Bunda Bir İş Var..!
Osmanlı’da büyük bir huzur vardı. Kimse, kimsenin malında gözü olmazdı. Hırsızlık, arsızlık, sarkıntılık gibi olaylar hiç yok gibiydi.
İster Müslim, isterse de gayrimüslim tebaa olsun huzur içinde yaşarlardı.
Çünkü Osmanlı’da hoşgörü vardı ve hoşgörünün kaynağı da İslam’dı.
Osmanlı’nın topraklarını bilhassa İstanbul’u ziyarete gelen yabancılar bizim kültürümüzden, hoşgörümüzden o kadar etkilenirlerdi ki bizi örnek alırlardı.
Çünkü Osmanlı güçlü ve kuvvetliydi.
O kadar milleti bir arada tutabilecek hoşgörüsü vardı.
Ama ne yaptılar. Parçalayıp yutmaya çalıştılar.
Huzuru bozmak için her türlü melaneti yaptılar.
Şimdi de aynı olaylar var.
Türkiye’ye bir huzur geldiği zaman hemen ortalığı fitneye veriyorlar.
24 Mayıs 1993 tarihinde 33 tane fidanımız şehit oldu.
Çünkü o zamanlar Türkiyemiz’de huzur vardı.
Bu huzuru çekemeyenler hemen toplumun huzurunu ateşe verdiler.
O zaman bu olaydan yaralı olarak kurtulan Gazi Erdal Özdemir bir sorunun cevabını alamıyordu; ““Bizi neden silahsız ve korumasız gönderdiniz komutanım?”
Bu olayla ilgili olarak hazırladığı iddianamede Elazığ 8. Kolordu Askeri Mahkemesi Savcısı Binbaşı İnayet Taş çok ilginç ve tüyler ürpertici iddialarda bulunuyordu. Savcı Binbaşı Taş bu olayın herkesin daha önceden bildiğini söyleyerek iddianamesinde şu tespitlere yer veriyordu; Böyle bir olayın yaşanacağını herkes biliyor. Olayın meydana geldiği karayolunun güvenliğinin sağlanmasından sorumlu bulunan Bingöl İl Merkez Jandarma Komutanı Jandarma Yüzbaşı Nevzat Yıldız'ın da tesbit edilen beyanlarında, Kuruca-Bingöl karayolunda kendileri tarafından alınan tedbirlerin yeterli olmadığını bildiği, hatta 150 kişilik bir terörist grubunun iki minibüsteki erlerin indirildiği Diztepe mevkiinin çok yakınında bulunan Gökçekanat ve Çevrimpınar köyüne geldiklerini bildiği, bu durumu 21 Mayıs 1993 tarih ve İSTH: 350-54-93/3396 sayılı yazı ve ekindeki haber bildirme formuyla şöyle bildirmiştir: ‘20 Mayıs 1993 günü saat 21 sıralarında 60 kişilik bir PKK grubunun Bingöl İl Merkez Jandarma Bölük Komutanlığı'na bağlı Kırkağıl köyüne geldiklerini, burada kısa bir propaganda yaptıktan sonra Gökçekanat köyü Manço deresi mevkii istikametine gittiklerini, duyumun kaynağının güvenilir ve haberin doğru olduğu anlaşılmıştır.”
Ayrıca iddianamede olaydan bir gün önceki istihbarat bilgisi de dikkat çekici; “130 kişilik PKK'lı bir grubun yolun kesildiği yere 1-7 kilometre mesafede oldukları ve yol kesmeyi planladıkları bilgisine rağmen Malatya İl Jandarma Komutanlığı'ndan 24 Mayıs 1993 günü, 16 araçla 582 jandarma erinin Bingöl'e konvoy meydana getirilmeden, eskort olmaksızın ve her aracın içerisine silahlı askerler bindirilmeksizin sevkiyatın yapıldığı görülmüştür.”
1 Şubat 2009 tarihli Radikal Gazetesi’ndeki köşesinde 33 Er Olayının Ergenekon’la İlgisi başlıklı yazısında Murat Yetkin şunları kaleme almıştı;
……….
“Bingöl tugay komutanlığı karargâhındaydık.
Başbakan vekili Erdal İnönü ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş ile birlikte bir gün önce, 24 Mayıs 1993 günü Elazığ-Bingöl karayolunda tuzağa düşürülerek katledilen 33 erin ilk olay yeri soruşturması için bölgeye giden bir grup gazeteciydik. Hemen brifing salonuna davet edildik. Önce Olağanüstü Hal Asayiş Bölge Komutanı Korgeneral Necati Özgen bir giriş yaptı. Sonra da ayrıntıları anlatmak üzere sözü, üzeri kırmızı, mavi siyah ok ve kesik çizgilerle dolu büyük ölçekli bir haritada, elindeki çubukla göstererek bilgi verecek bir istihbarat subayına bıraktı.
Asker taşıyan otobüs Bingöl’den Elazığ’a doğru yola çıkmıştı. Zırhlı muharebe araçları ona eşlik ediyordu. İl sınırına gelince, Elazığ’a bağlı zırhlı araçlar korumayı alacaktı. Birleşme noktasına bir süre kala bir ilden gelen zırhlı araç dönüyor, diğer ilden gelen aracın otobüsü teslim alması da belli bir süre alıyordu. Tam il sınırında otobüs kısa bir süre korumasız kalıyordu. İşte saldırı tam il sınırında, otobüsün korumasız kaldığı o kısa sürede yapılmıştı.
Ortada akla sığmayan, ikna edici olmayan bir şeyler vardı. Güreş çok kızdı. Arka sıralardaydım. “Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı?” diye bir soru sordum. Sunumu yapan subay duymazlıktan geldi, “Arz ederim komutanım” diye brifingin sona erdiğini duyurdu. Soruma yanıt alamamıştım. Yanında durduğum radyatörün borusuna tutunup üzerine çıktım. “Affedersiniz, soruma yanıt alamadım” diye yüksek sesle kendimi gösterdim. Subay “Soru yok” dedi.
Erdal İnönü rahatsız oldu, Orgeneral Güreş’e döndü, “Soru sorulmayacak mı?” diye sordu.
Güreş arkaya döndü “Kim soruyu soran?” dedi. El kaldırdım, “Orada boşluk olduğunu nasıl biliyorlardı? İstihbarat hatası mı, güvenlik hatası mı var?” diye sorumu yineledim. Güreş, subaya döndü, “Cevap ver bakalım” dedi.
İkna edici bir cevap yoktu. Güreş sinirlendi. Kalktı, Korgeneral Özgen’in kolunu tuttu, ikisi birlikte koridorun sonundaki bir odaya kapandılar. İnönü’nün canı da iyice sıkılmıştı.”
……..
33 şehidin hâlâ hesabı verilemiyor.
Şimdi de 7 fidanımız şehid oldu.
Uzman çavuş Harun Arslanbey (Adana), Er Onur Bozdemir (Adıyaman), Er Kemal Pide (Ordu), Er Ferit Demir (Muş), Er Yakup Mutlu (Muş), Er Cengiz Sarıbaş (Giresun) ve Er Fatih Yonca'nın (Hatay)
Her bir şehidimizin ve ailelerinin gelecekle ilgili hayalleri vardı.
Ama hayaller kana bulandı.
Açılımla zaten sonsuz özgürlükleri olan kalabalıklara demokrasinin nimetlerinden faydalandırmaya çalışırken,
Tam şehid haberleri sona ermiş derken,
17 cm için terör örgütünün insanlıktan nasibini alamamış yandaşları ortalığı birbirine katarken,
Diyarbakır’da nasıl öldüğü belli olmayan bir üniversite genci öldürülürken,
7 gencimiz bir hiç uğruna canlarını verdiler.
Hem de güvenlik zaafının en az olabileceği bir yerde Reşadiye’de. Bunda da güvenlik zaafı yaşandı. Ama bilerek mi, bilmeyerek mi?
Görgü tanıkları olayı anlatırken 4-5 dakika cep telefonlarının irtibatının kesildiğini söylüyordu.
Her huzur sağlandığında Türkiye’nin karışması için birileri düğmeye basıyorlar.
Bu Osmanlı’da da böyleydi şimdi de böyle.
Türkiye’nin istikrarını istemeyen bazı güçler var.
Ne yapmaya çalışıyor?
Etnik parçalanma.
Bu topraklar üzerinde yaşayan nice Türkler ve Kürtler birbirlerine kız alıp vermişlerdir.
Türk olup da inanç farklılığı olan hiçbir güruha kız vermediğimiz halde Müslüman olduğu için Kürtlere hem kız vermişiz hem de kız almışızdır.
Hısımlık olmuştur, akrabalık olmuştur.
Et ve tırnak gibi olmuşuzdur.
Bunu fark edemeyen bazı aklı evveller bu dış güçlerin etkisinde kalmaktadır.
Eğer biz ki bu topraklar üzerinde yaşayan hangi etnik gruptan olursak olalım ferasetimizi yüksek tutmazsak bu ülkede sittin sene huzur ve istikrar sağlanmaz.
Bu huzurun ve istikrarın sağlanması için de tek sığınacağımız kapı İslam kapısıdır.
Bundan başkası yalan olur.