Bugün 29 Ekim, 'Cumhuriyet Bayramı'; bakalım bir günlüğüne olsun bu kavram üzerinde düşünmeyi başarabilecek miyiz?
Dünyada tek bir siyasi rejim yok; insanların illâ 'cumhuriyet' rejimi ile yönetilmeleri gerekmiyor. Pek çok Batı ülkesi bile, kendi seçmedikleri, babadan çocuğuna geçen yöneticilerin idaresinde. Krallar, emirler, sultanlar yanında askerlerin yönettiği ülkeler de var.
Bizim Cumhuriyetimiz de 600 yıllık bir padişahlık yönetiminin yerine kuruldu. Kurucu kadronun çoğunluğu, muhteşem bir İstiklâl Savaşı vermiş askerlerden oluşsa bile, bir büyük koalisyonun ürünüydüler. Yurdu istilâ etmiş düşmanlara karşı savaşanlar, meşruiyetini savaş başarısından alarak, ülkedeki rejimi değiştirme gücünü elde edebildiler.
Kurucu kadro içerisinde, değişik ülkelerin vesayeti altına girmekten padişahlık rejiminin devamını tercih etmeye kadar farklı düşüncelere sahip güçlü kişiler vardı. Sonunda hepsi 'Cumhuriyet' idaresinin fazileti konusunda bir biçimde ikna edildiler.
Cumhuriyet öncesi tartışmalar, bugünden geriye bakılınca, hayli garip geliyor insana; oysa 'Cumhuriyet' şimdilerde hepimizin ortak bileşkesi... Kendi yöneticilerimizi kendimiz seçmekten de, beğenmediğimizde değiştirmekten de mutluyuz.
Şimdi esas soruya geçebiliriz: Cumhuriyet'le taçlandırılan büyük savaşı verirken, ardından kendi rejimimizi kurarken böylesine büyük bir dönüşümü nasıl başarabildik?
Bu da ne tuhaf soru demeden önce lütfen düşününüz: Bugün Türkiye'ye egemen olan görüş, var olana sahip çıkma görüşüdür. Dünyanın başka yerlerinde ne olursa olsun, bizim kendi kendimize yettiğimiz görüşü... En iyi rejim bizimki... En doğru siyasi yaklaşım da... Elimizdeki en iyidir, daha iyisi asla olamaz... Buradan varılan doğal sonuç da şu oluyor: Değişirsek batarız...
Acaba?
İstiklal Savaşı'nı başarıyla sonuçlandırdığımızda, şimdi böyle düşünenlerin öncüleri, sesleri bayağı yüksek çıkan bir gruptu ve dünyanın ne yöne gittiğini bilenler her şeye rağmen bastırmasaydı, onlar yüzünden ya 'Amerikan güdümünde' olacak ya da kanbağından meşruiyet alan bir yönetimle idare edilecektik. Cumhuriyet'in kurucu kadrosu seslerini bastımaya çalışanlara aldırmadan doğru olanı yaptı.
Bugünkü sorunlarımızın çoğu, eskimiş, köhnemiş ve artık değiştirilmesi gereken tavırlarımızdan kaynaklanıyor. Biriken sorunlarımız, toplumu geren ihtilâflar, teröre gerekçe hazırlayan saplantılar birer alarm aslında; değişim zamanı geldiğinin alarmı. Ancak gördüğümüz gibi, bugünün Cumhuriyetçi kadrolarının en büyük korkusu 'değişmek'... 85 yılda Değişirsek batarız noktasına gelmesi, Cumhuriyet'in en büyük zaafıdır.
Tam tersine, değişmeyi göze alamazsak başımız asla dertten kurtulamayacak...
1920'lerin dünyasında bizi tehdit eden unsurlarla ancak 'Cumhuriyet' gibi bir yönetime sahip olarak baş edebilirdik; bugünün dünyasında bizi ayakta tutacak, önümüzü açacak, başkalarına örnek haline getirecek olan ise Cumhuriyetimizi 'demokrasi' ile taçlandırmaktır. Gerçek bir demokrasi ile...
Tabii, 'demokrasi' kavramı çağdaş dünyada neyi akla getiriyorsa onları yerine getirmemiz ve bunun için her türlü değişimi göze almamız şartıyla...
85 yıl önce, bu topraklar üzerinde yaşayan farklı etnik kökenden, değişik inanç sisteminden insanlar aynı amaç için biraraya gelebildiler; İstiklal Savaşı ve ardından kurulan Cumhuriyet onların ortak eseridir. Cumhuriyetimizin gerçekten ilelebet payidar olmasını istiyorsak aynı ruha bugün de sahip çıkmalıyız.
Bir yönüyle o ruha çok yakın, bir yönüyle hayli uzağız. Artık mesafeyi kısaltma zamanıdır