Her ramazan öncesi birçok özel uyarılar hemen gündeme gelir. “Şunları yemelisiniz, aman bunlardan uzak durun, şuna dikkat etmezseniz zorlanırsınız” gibi birçok nasihat duyarız. Herkes de kendi baktığı pencereden konuşur. Yıllar önce Manisa’da bir doktora gitmiştik. O zamanlar özel hastaneler yeni başlıyor. Aylardan ramazan. Bizden önce muayene olan bir kadın hasta, oruçlu olduğunu söyleyince doktorun nasıl kızıp “bu oruç nedir yahu? Bütün hayatı kilitliyor. Ne gerek var bu kadarına…” diye çıkıştığını hatırlıyorum. O da mı haklıydı? Elbette o da haklıydı. Kendi küfür penceresinden bakınca bizi anlaması mümkün değildi. Anlayabildiğini de sanmam.
Müsaade ederseniz bizim de bazı uyarılarımız olsun. En azından bunları kaleme alma ve gündeme taşıma sorumluluğumuzdan kurtulmak için. İlk sözüm nefsime olmak şartıyla…
- Bu ramazanda oruç tutalım. Kedimizi oruca teslim edelim. Oruca tutturalım. Eğer oruç bizim dilimizi, gözümüzü, elimizi, kalbimizi tutamıyorsa bu orucun zafiyetinden değil bizim oruca teslim olamamamızdan kaynaklanıyordur. Oruca teslim olalım. Bize yeni bir şekil vermesine müsaade edelim. Geçen haftaki gibi olmak için direnmeyelim.
- Oruçlarımızı kendimiz tutalım. Başkasına yük olmayalım. Hiç kimse işini “ben oruçluyum” diye bir başkasına kasmasın. Kimse oruçluyum diye sinirlenme, saldırgan olma, çevresine bağırıp çağırma ve çevresindekilerin de kendisine tahammül etme zorunluluğunu getirmesin. Oruçlu olmak sinirli olmak değildir. Tam aksine oruçlu olmak yumuşamak ve hilim sahibi olmaktır.
- Bu ramazanda sadece midemizi doyuralım. Zaten insanın gözü doymaz. Hadisi şerifte Allah resulü (SAV) “insanın gözünü sadece bir avuç toprak doyurur” buyurur. İnsanlar midesinde doyuracak kadar yerlerse çok fazla şeye de ihtiyaç duymazlar. Deprem bize 7-8 gün bir binanın altında hiçbir şey yemeden ama ölmeden kalan insanların da yaşayacağını öğretti. Yani açlık öyle öldürücü bir durum değildir. Akşama kadar oruç tutunca biz de ölmüyoruz. Oruç, akşam bütün dünyayı yiyecekmiş kadar hazırlık yapmanın, sofradakilerin yarısını çöpe atamanın, bu ayı yemek festivaline dönüştürmenin suçlusu değildir. Yemek ve alışveriş çılgınlığı yapmanın bir ramazan geleneği olmadığını ne olur kabul edelim.
- Şatafatlı ve lüks sofralar, arka arkaya gidip gelen yemekler, çoğu yenilememiş ve çöpe gitmiş hazırlıklar bizim ibadet kıvamımızı artırmaz. Hele ki yemekleri sünnetlemek(!) için zoraki bitirmek, bu sefer “teravih namazı kılarken rahat edemeyeceği” için arkasından birkaç soda içmek Allah resulünün sünnetinde var olan bir şey değildir. Burası oruçtan çok uzak bir açgözlülük olmalı.
- Davetlerimizde fakir fukarayı, garip gurabayı da unutmayalım. Elbette akrabalarımızla buluşacağız, arkadaşlarımızla bir araya geleceğiz, özel dostlarımıza ikram edeceğiz. Sadece sıraya koyup “birimiz çalıp diğerimiz oynama” mevsimi olmasın bu davetler. Sizin çok sevdiğiniz ve özenerek yaptığınız yemeği davetlilerin de sizin kadar sevmesini ve sizin kadar tıka basa yemesini beklemeye gerek yok.
- Ramazan'ın Kuran ayı olduğunu unutmayalım. Kur'an; sadece okunmak için gelen bir kitap değildir. Sadece metnini okuyarak Cennet kazanacağımız bir kitap da değildir. Elbette Kur'an okumak bir ibadettir, her harfine ayrı bir sevap almak mümkündür. Ancak en önemli şartı da onu anlamak ve onunla yaşamaktır. Bu Ramazan Kur'an'ı anlama, yaşama ve onunla bir hayat sürmek konusundaki bir başlangıcımız olsun. Buna daha önce başlamışsak eksiklerimizi tamamlayalım. Çevremizde olan insanları incitmemeyi ve onların kalbini kırmamayı öğrenemeden günde 10 cüz okumak, Kur’an okumak değildir mesela.
- Sadaka ve infaklarımızı çoğaltmak için güzel bir mevsimdir bu dönem. Allah resulü (SAV) “Yarım hurma ile bile olsa cehennem ateşinden korunmayı” emrediyor. Çok güvendiğimiz mallarımız, toz konduramadığımız evlerimiz, en küçük çiziğine tahammül edemediğimiz araçlarımız, kullanmaya kıyamadığımız eşyalarımız… Onları hep bizim sanıyorduk. Bizim malımızdı… Sadece bizimdi... Meğer değilmiş. Bizden ne kadar kolay alınıverdiğini yaşarken anlayamıyoruz ama yaşayanların örneklerinden görmek çok zor olmamalı.
- Ramazan'ı bireysel yaşamak yerine aile ve çocuklarımızla yaşayalım. Onlar da Ramazanla mutlu olsunlar. Onlar için özel etkinlikler yapalım. Ama bunu gösterişe, yarışa ve süslemeye boğmadan… Çocukların dışını, odasını, kapısını süslediğimiz kadar onların ahlaklarını süslemek de bizim için önemli olmalı. Onları oruç ve ibadetler konusunda teşvik edelim ama onların yaşındayken yapamadığımız işleri onlardan istemek ve çocukları buna zorlamak gibi ceberrutluğa da düşmeyelim.
- Ramazan, gece sahura kadar televizyon ve bilgisayar karşısında eğlenmek, sahurdan sonra da öğleye kadar uyumak değildir. Her şeyi yeri ve zamanı olduğunu unutursak bu işin içinden çıkamayız. Tüm günü kuran okuyarak geçirmek zor olsa da ibadetin özel eğlenceden çok olması gerektiğini unutmayın.
- Herkes orucunu kendisi için tutar, kimsenin başına kakmaya gerek yok. Siz bu ayda oruç tuttunuz diye size kullardan özel bir ilgi beklemeyin. Çok farklı bir tolerans da beklemeyin. Madem Allah için tutunuz. Onunla anlaşmak daha akıllıca ve kolay olur.
- Tartışmak ve ibadet etmeyi konuşmak yerine ibadet edelim. Her ramazan ayında başlayan teravih vb. tartışmaları konuşacaklara bırakın. siz nasıl arzu edecekseniz o kadar kılın. Ama bunun edebiyatını yapmadan… Namaz, Allah için alnımızı secdeye koymaktır. Kimin ne kadar ihtiyacı varsa o kadar yaklaşır. Konuşmak yerine eylem yapmak önemlidir.
Allah oruç ve ibadetlerimizi kabul etsin.