Bu millet ne kadar tasalansa, ne kadar yasa boğulsa yeridir; ne kadar kafasının tası atsa hakkıdır bu milletin: Hâlâ kendisinin, kendi irade ve taleplerine göre, kendi özelliklerine ve özlemlerine göre, kendi farklılıklarına ve derinliklerine göre kendi hayatını düzenleyebileceği, kendi imzasını, kendi adını taşıyan, kendine ait bir yasa yapması yasak bu milletin çünkü.
Kurduğum cümlenin fincancı katırlarını ürküteceğini biliyorum. Ben de bu cümleyi fincancı katırlarını az biraz olsun ürküteyim diye kuruyorum zaten. Zira hiç taktıkları yok milleti hâlâ! Tınmıyorlar bile!
Mevcut yasa yapma girişimlerinin, milletin kendi özelliklerini ve özlemlerini, irade ve taleplerini hiçe sayan, ülkeyi, tastamam baas rejimlerini, demir perde ülkelerinin milletin burnundan getiren zorba, dayatmacı sistemlerini andıran fâili cinayetlerin, saçma sapan yasakların, inanılmaz gerilimlerin, ardı arkası kesilmeyen yapay kavgaların arenası hâline getiren ilkel, zorba, zoraki, anakronik, barbar girişimler olduğunu göremiyor ya da görmemekte direniyor ülkenin kaderine haksız ve vicdansız yöntemlerle, keyiflerine göre hükmeden azgın azınlık.
O yüzden bu ülkede farklılıklara dün olduğu gibi bugün de, yarın da hayat hakkı tanıyabilmemiz, bütün farklılıkların kendilerini kendileri olarak ifade etmelerine imkân verebilmemiz ve topyekûn bu ülkenin parlak yarınlarını inşa edebilmemiz için, artık milletin özünü, özelliklerini, özlemlerini, beklentilerini dikkate alan bir yasa yapmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile.
İşte bu nedenle, fincancı katırlarını ürkütmek ve milletin burnundan getirdiklerini hatırlatmak zorundayız birilerine.
"Aman fincancı katırlarını ürkütmeyelim" diye diye bugünlere gelmedik mi? "Sakın fincancı katırları ürkmesin", dediğimiz içindir ki, bu ülkede birileri, küçük ve azgın bir azınlık bu ülkeyi babalarının tapulu arazisi, çiftliği gibi keyiflerine göre tepeden şekillendirme, yönlendirme, yön verme hakkını devredilemez, dokunulamaz, sorgulanamaz bir hak olarak görmüyorlar mı?
Bir ülkenin kaderine, o ülkenin kolektif hafızasını, tarihsel benini, derûnî ruhunu, zengin tarihini oluşturan milletin kendisi çeki düzen verebilir; meşruiyeti kendinden menkul, zorba, jakoben, tepeden inmeci, "ben yaptım oldu bitti"ci, saçma sapan yasaklarla milleti hayatından bezdirici, azgın bir azınlık değil.
Yasalar, millet içindir. Ve yasaları millet yapar. Milletin yapmadığı bir yasa, eninde sonunda milleti yasa boğar; burnundan getirir milletin, canına tak dedirtir, kafasının tasını attırır.
Yasa, milletle yapılan bir sözleşmedir. Sözleşme, milletin temel özelliklerinin, özlemlerinin, vazgeçilemez, devredilemez özgürlüklerinin ve haklarının özü ve özeti olmak zorundadır.
Ama Türkiye'de millet, bugüne kadar kendi yasasını kendisi yapamadı hiçbir zaman. Milletin temel özelliklerini, özlemlerini, devredilemez, vazgeçilemez özgürlüklerini ve haklarını hiçe sayan, eli sopalı, meşruiyeti kendinden menkul azgın bir azınlık milletin kendi yasasını yapmasına izin vermedi. Ve millete "yasa'n budur; bu yasaya uymak zorundasın; sana yasa masa yapmak yasak" denildi bugüne kadar. Ve milletin kendi yasasını kendisinin yapması yasaklandı zorba yasa/k/larla sürekli olarak.
Hâlâ millet yasa yapamaz, diyor birileri. Milletin kendi yasasını yapmasına izin verilemez, göz yumulamaz, diye bağırıp çağırıyorlar her Allah'ın günü.
Oysa Türkiye'de milletin yasa filan yaptığı yok. Yasada birkaç küçük değişiklik yapmaya çalışıyor Türkiye. Buna bile tahammülleri yok bu sömürge kafalı azgın azınlığın.
Türkiye, yasasını milletin yapmadığı, yapamadığı, yapmasına izin verilmeyen tek demir perde ülkesi olmayan demir perde ülkesi hâlâ!
İyi de, zulümle, zorbalıkla, dayatmayla, üstelik de milletin kendi yasasını kendisinin yapmasını yasaklamakla nereye kadar gidebilir ki bir ülke?