"Muhatab olup da içinden çıkamadığımız devamlı sorulan bir soru da şudur: Müslüman toplumunda gözlerini açan bir insan aile ve çevre şartları itibariyle Müslüman olma şansı % 100' e yakın iken gayr-i islami bir ortamda, mesela Hristiyan veya ateist bir toplumda doğan bir kişinin Müslüman olma şansı sıfıra yakın. Bu durumda Müslümanın cennete gitme imkanı otomatik olarak kendine bahşedilmişken, böyle bir avantaja sahip olmayan bir Hristiyan, Yahudi veya ateistin cehenneme gitmesi adil mi? "Biz peygamber göndermediğimiz kavme veya topluma azap etmeyiz" ayet mealini nasıl anlamalıyız?.
Okuyucumun bir başka sorusu da budur.
Peygamberlerin gelmediği, peygambersiz gelip geçmiş olan zaman dilimlerinin/toplulukların (bunlara ehl-i fetret denir) sorumluluğu ne olacaktır?
Ehl-i sünnetin iki büyük imamından biri olan Ebu Mansur Mâtürîdî'ye göre Allah'ın varlık ve birliğini bilme ve buna iman etme yükümlülüğü bakımından peygamberin gelmesi şart değildir; Allah'ın insanlara bahşettiği akıl bu konuda elçi (resul) yerine geçer.
Diğer dini konularla (Eşârî'ye göre bir Allah'a iman da buraya dahildir) yükümlü olabilmek için peygamber gönderilmiş ve din tebliğ edilmiş olmalıdır.
Bir de belli bir yere ve belli bir zamanda peygamber gelmiş olduğu halde aynı zaman içinde yaşayıp da peygamberin tebliği kendilerine ulaşmamış olanların yükümlülüğü konusu vardır. Genellikle benimsenen hüküm şudur: Bilgi alma imkanından çok uzak olan yerlerde yaşamış olanlar da ehl-i fetret sayılır ve sorumlu olmazlar.
İmam Gazzalî (v. 505/1111) bu hükme önemli bir ek getiriyor ve yalan yanlış olan ve araştırmaya sevk edecek kadar yeterli olmayan bilgi almalar da sorumlu olmak için yeterli değildir. İşte onun sözleri:
"Bu zamanda Rum Hristiyanları ile Türklerin çoğu da inşallah Allah'ın rahmetine dahil olacaklardır; bunlardan maksadım Rum ve Türk yurtlarının uzak bölgelerinde olup da kendilerine İslam davetinin ulaşmadığı kimselerdir. Çünkü bunlar üç gruba ayrılır: 1. Bunlar Muhammed ismini bile duymamışlardır; tabii bunların mazereti kabul edilir. 2. İslam topraklarına yakın ve komşu olup aralarına karışan, O'nun (s.a.) ismi, vasıfları ve mucizeleri hakkında yeterli bilgi almış olanlardır; bunlar hak dinin dışında kalmış kafirlerdir (mazeretleri yoktur). 3. Bu ikisi arasında sayılacak bir kısım insanlar da vardır ki, bunlar Peygamberimiz'in adını duymuşlardır, ama gerçek vasıfları hakkında bilgileri olmamıştır. Küçüklüklerinden itibaren şöyle duymuşlardır: Muhammed adında bir yalancı çıkmış, peygamber olduğunu iddia etmiş; tıpkı bizim çocuklarımızın, biri hakkında, "el-Muakaffa" isimli biri çıkmış, peygamberlik iddia edip meydan okumuş..." diye duydukları gibi. Bana göre bunlar (bu üçüncü kısım insanlar) birinciler gibidir; gerçi adını duymuşlardır ama onlara, Pergamberimiz'in vasıflarının tam zıttı nakledilmiştir. Böyle bir bilgi, haberin peşine düşüp üzerinde düşünme merakını harekete geçirmez" (Faysalu't-tefrika, Kahire, 1319/ 1901, s. 75).