Gündemi tarihi perspektifle takip etmek olaya ilmi boyutta bakmanın faydalarına vesile oluyor. Tarihi arşınlayarak gündem hakkında fikir teatisi yapmak en güzel olanı bu yüzden. İlk olarak Hanefi Avcı’nın avukatı Fidel Okan’ın ortaya attığı ve sonrasında Başbakan Erdoğan’ın kamuoyuna mal ettiği haşhaşilerle yola çıkalım.
Bir eylem için yıllarca sabırla bekleyip öldüreceği kişinin güvenini kazanmak ve tüm sırlarına vakıf olmak suretiyle suikastler gerçekleştirmek, 11. ve 12. yüzyıllarda Ortadoğu ve İran’ı tir tir titreten Hasan Sabbah militanlarının kullandığı metottu.
İlk olarak, kurduğu Nizamiye Medreseleri ve yazdığı Siyasetname ile bilinen Büyük Selçuklu’nun haşmetli veziri Nizamülmülk haşhaşi terörünün farkına varır. Ülkede cinayetler işleyen haşhaşi fedailerini öldürtüp, ibreti alem için şehir meydanlarında teşhir eder. Lakin öldüklerinde Sabbah’ın kendilerine vaad ettiği sahte cennete gitmeyi umut eden haşhaşiler ile bu yöntemlerle baş edilemez. Selçuklu ordusu 1092 yılında Alamut Kalesi’ni kuşatsa da alamaz. Vezir Nizamülmülk’ün bu teşebbüsü ona pahalıya patlar. Kuşatma kalktıktan kısa süre sonra Ebu Tahir isimli Sabbah fedaisi tarafından öldürülür Nizamülmülk. En kıdemli Selçuklu vezirini yok eden haşhaşiler bu suikastle iyi bir propaganda yaparlar. Melikşah’ın oğlu Berkyaruk tahta oturduğunda ise haşhaşilerin istemediği biri vezir yapılır ve Berkyaruk ta suikaste uğrar, ölümden döner. Koca devlet teröre teslim olmuştur artık. Berkyaruk üzerlerine gidemez. Selçuklu Devleti’nde sosyal hayat kalmamış, tüm halk paranoyak olmuştur. Bu travma Sultan Sencer de dahil birçok devlet büyüğünün suikaste uğradıkları bir ortamda 1250 yılına kadar devam eder. Ve İlhanlı hükümdarı Hülagu bu terörist yapıya karşı harekete geçer. Alamut Kalesi ilk kez fethedilir ve taş üzerinde taş bırakılmaz. Bu ezoterik yapı ancak militanları hunharca katledilerek durdurulabilir.
Oluşumun bilinen özellikleri emellerine ulaşmak için kılık değiştirip yıllarca beklemeleriydi. Öldürecekleri devlet adamı ve bürokratların yakını olmak için uğraşırlardı. Hasan Sabbah’ın militanlarından korunmak için inanılmaz tedbirler alan, kalelerinden çıkmayan birçok devlet adamı haşhaşi hançerlerinden kurtulamamıştır. Devletin tüm sinir merkezleri ele geçirilmiş ve sosyal hayatın her alanında gizlilik sınırları dahilinde vücut bulmuşlardır.
Tarihten günümüze gelirsek sözün bittiği yere varma durumunda olan bir vaka ile karşı karşıyayız. Saçılan her kirli çamaşırı bu kadar da olamaz dedirten, takipçilerinde travma oluşturan söz konusu İstihbarat Teşkilatı’nın (İT) güdümlü füze misali Türk milletini bölme, siyaseti dizayn etme, iş çevrelerini hükümranlığı altına alma, algıları yönetme operasyonlarını haşhaşi tarihinde görülen usullerle, aynı prensipler silsilesi nispetinde yürüttüğünü görmekteyiz.
Günümüzde bu yapı emniyeti, yargıyı, askeriyeyi, Tübitak dahil birçok bilişim ve teknoloji merkezini ele geçirmiştir. MİT’i bile devre dışı bırakarak tüm ülkede uluslararası bir gövde ile istihbarat ağını kurmuş ve kendisi dışında tüm unsurları tasfiye etmiş vaziyettedir. Yanına hiç birleşemeyecek kutuplarda olan siyasi, dini ve ekonomi iştirakli grupları alarak demokratik sistemi felce uğratmışlardır. İslam peygamberi Hz Muhammed (sav)’i basite indirgemek pahasına manipülasyon amacıyla kullandığı televizyon dizisine konu etmiş, tabanını hipnotize etmek niyetiyle İslam’ı ve prensiplerini sulandırma yoluna gitmekte hiçbir beis görmemiştir.
Haşhaşiler gibi kendilerine engel teşkil eden insanların itibarlarına ve özgürlüklerine suikast düzenlemekten geri kalmamışlardır. Eskişehir İl Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’yı aşırı sol örgüt militanı suçlamasıyla 15 yıla mahkum ettiler. İslamı yozlaştırmalarının karşısında panzehir olan Ahmet Mahmut Ünlü’yü kadın ticareti yaftasıyla kamuoyu önünde rencide ettiler ve içeri attılar. Fenerbahçe üzerinden spor dünyasını bir belirsizliğe sürüklediler ve taraftar gruplarını etkileri altına aldılar. Kendilerini engelleyen rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümüyle BBP’ye sızdılar ve ele geçirdiler. Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi kendileri aleyhine bulunan kalemleri cezaevine tıktılar. Ahmet Şık’ın ‘’Dokunan yanar’’ diyerek umuma aksettirdiği bir yapıydı bu.
Bu örgütü Hasan Sabbah’ın haşhaşileriyle kıyaslarken, aslında haşhaşileri de lekelemiş bulunmaktayız. Haşhaşilerin aksine bunlar operasyonel güçlerini sadece kendi mekanizmalarından almıyor ve kendi unsurlarıyla yürümüyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın, başbakanının ve tüm stratejik bürokratlarının devlet sırrı niteliğindeki görüşmelerini ABD ve İngiltere’ye peşkeş çekiyorlar. Almanya’nın Hollanda’nın ve Fransa’nın hava ulaşım gücünü kıracak olan havayolu projesine, Rusya da dahil batının şiddetle karşı çıktığı Kanal İstanbul Projesi’ne kastetmeye yelteniyorlar. İsrail tarafından şehit edilen aileleri dinlemek suretiyle açıklarını kolluyor ve İsrail’in Mavi Marmara olayındaki tezlerini doğrulama gayretine giriyorlar. Yayın organlarına İsrail’in Haaretz gazetesiyle aynı güdümde manşet attırıyorlar. CIA, FBI, MI5 ve Mossad'ın devletin damarlarında adeta sörf yapmasına vesile oluyorlar. Kendi ülkelerini El Kaide terör örgütü ile etiketlemek için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar.
Şunu bilmeleri gerekir ki, bir şeyi unutuyorlar. Bu millet alim olmasa bile ariftir. Ferasetiyle tüm olanı biteni sezinliyor ve antidemokratik unsurlara ders vereceği zamanı bekliyor. Beklerken de o millet soruyor. Kökü bizde olan; lakin gövdesi ve tüm meyvaları dış unsurları besleyen bu İT’in(İstihbarat Teşkilatı) ipi kimin, hatta kimlerin elinde ?