Hasan Celal Güzel'in köşe yazısı
Paris’te 1572 yılında bir Ağustos gecesi, Katolik militanlar, Protestanların daha önce tespit ettikleri evlerinin kapılarını gizlice işaretlediler ve gece yarısından sonra sabaha kadar işaretledikleri evlerdeki 50 bin Protestanı katlettiler.
Bu işaretleme, fişleme ve benzeri ayırımcı eylemler, Orta Çağ’ın Engizisyon Mahkemelerini, cadı avını, yakın tarihteki faşist ve komünist diktatoryaların yaptıkları insanlık dışı faciaları hatırlatıyor.
***
Türkiye’de, ırk, din ve mezhep ayrımcılığı tarihin hiçbir döneminde yaşanmamıştır. Ancak, ne yazık ki, tek parti hegemonyası dönemindeki baskılar ve devletin meşruiyet dışında kalan kısmı, işaretleme ve fişleme yaparak bir ayrımcılığa sebep olmuştur. Özellikle Millî Şeflik Dönemi’nde parti devletinin partizan ve ayrımcı politikası buna örnek olarak gösterilebilir. CHP diktası devrinde yaşanan ‘Varlık Vergisi Faciası’, milliyetçilerin fişlenerek işten atılmaları ve tabutluk işkenceleri, bu devrin çok sayıda utanç verici hâdiselerinden yalnızca bir kısmıdır.
14 Mayıs 1960 tarihinde DP’nin iktidara gelmesiyle demokrasiye geçilmiştir ama merhum Menderes’in de itiraf ettiği gibi, Demokratlar iktidar olmuş ancak muktedir olamamışlardır. 6-7 Eylül Olaylarındaki işaretlemeler ve yağmacılık, devletin meşruiyet dışında kalan unsurlarının tertibidir.
27 Mayıs 1960’ta başlayan Darbeler Dönemi’ndeki fişlemeler herkesin malûmudur. Eski Demokrat bir ailenin mensubu olarak adımız ‘kuyruk’ ya da ‘gerici’ idi. Üniversiteden atılan 147’ler, ordudan atılan subaylar ve daha niceleri bu antidemokratik ve insan haklarına aykırı fişlemenin neticeleridir.
12 Eylül’de, Başbakanlığa ve bakanlıklara cunta temsilcisi olarak atanan albayların ilk işi, kamu personelini fişlemek, sağcı-solcu, ilerici-gerici vs. diye ayırmak olmuştu. Dönemin sonunda, Başbakanlık’tan Genelkurmay’a kamyonlar dolusu evrak taşınmıştır.
Lâkin, en bayağı fişlemeler, 28 Şubat Darbesi döneminde illegal ‘Batı Çalışma Grubu’ çetesi tarafından yapılmış; hattâ subay ve astsubay ailelerinin muhbir olarak kullanılması için dahi genelgeler gönderilmiştir.
***
Ben her türlü fişlemenin karşısındayım: Nüfus idareleri, normal kimlik bilgilerini elbette toplayabilmeli; sabıka kayıtları tutulabilmeli ve TÜİK normal istatistikleri derleyebilmelidir. Ancak, bunun dışında, kişilerin düşünceleri, dinî inançları (ya da inançsızlıkları) ve özel hayatları ile ilgili bilgilerin toplanması ve fişlenmeleri, hiçbir gerekçeyle hoş görülemez.
12 Eylül sonrasında ANAP iktidara geldiğinde ‘fişleme’ konusunda vaziyet şuydu: Herhangi bir yöneticilik görevine atanacak kişi hakkında hem MİT, hem de Emniyet İstihbaratı fişlemelere bakar ve kişi hakkındaki bilgileri ‘gizli’ kaydıyla Başbakanlığa gönderirlerdi. Başbakanlık, o kişinin atama kararnamesinin ekine bu istihbarat bilgilerini iliştirmek zorundaydı. Fişleme bununla da bitmiyordu. Cuntacı Evren Paşa, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde damadına özel bir istihbarat birimi kurdurmuş daha ‘derin’ bir fişleme yaptırıyordu. Aynı utanç verici işi, bu kadar örgütlü olmasa da A. N. Sezer de yaptırmış, apartman kapıcılarından müsteşar tahkikatında bulunmuştu.
Başbakanlık Müsteşarı olarak ilk işim, bu antidemokratik fişlemeye son verip, bu konuda yeni bir yönetmelik düzenlemek olmuştu.
***
Ergenekon Soruşturması ile bir defa daha ortaya çıkmıştır ki, meşruiyeti tartışılan bir takım devlet kuruluşları ve TSK içindeki darbe odakları, aynen 28 Şubat’taki Batı Çalışma Gurubu Çetesi’nin bir devamı gibi, bu insanlık dışı fişlemeye devam etmişler. San Bartelmi Yortusu’nda Protestan evlerinin kapılarına işaret koyanlarla, darbe yaptıkları takdirde, asılacak, hapsedilecek, işinden atılacak kişileri fişleyenler arasında ne fark vardır, bana söyler misiniz?...
Ergenekoncu emekli general Jitemci Levent Ersöz, komutanın (Org. Şener Eruygur ) emriyle fişleme yaptıklarını kabul ediyor. Aralarında önde gelen bakanların, milletvekillerinin ve idarecilerin de bulunduğu binlerce kişilik bu fişleme iki yıl önce elime geçti ve derhal Ankara Savcılığı’na intikal ettirdim; ancak hiçbir netice alamadım.
***
Bu fişleme rezaletini protesto ediyorum. İnsanların fişlenmediği demokratik ve hür bir toplum olabilmemiz için herkesi tepki göstermeye çağırıyorum
Paris’te 1572 yılında bir Ağustos gecesi, Katolik militanlar, Protestanların daha önce tespit ettikleri evlerinin kapılarını gizlice işaretlediler ve gece yarısından sonra sabaha kadar işaretledikleri evlerdeki 50 bin Protestanı katlettiler.
Bu işaretleme, fişleme ve benzeri ayırımcı eylemler, Orta Çağ’ın Engizisyon Mahkemelerini, cadı avını, yakın tarihteki faşist ve komünist diktatoryaların yaptıkları insanlık dışı faciaları hatırlatıyor.
***
Türkiye’de, ırk, din ve mezhep ayrımcılığı tarihin hiçbir döneminde yaşanmamıştır. Ancak, ne yazık ki, tek parti hegemonyası dönemindeki baskılar ve devletin meşruiyet dışında kalan kısmı, işaretleme ve fişleme yaparak bir ayrımcılığa sebep olmuştur. Özellikle Millî Şeflik Dönemi’nde parti devletinin partizan ve ayrımcı politikası buna örnek olarak gösterilebilir. CHP diktası devrinde yaşanan ‘Varlık Vergisi Faciası’, milliyetçilerin fişlenerek işten atılmaları ve tabutluk işkenceleri, bu devrin çok sayıda utanç verici hâdiselerinden yalnızca bir kısmıdır.
14 Mayıs 1960 tarihinde DP’nin iktidara gelmesiyle demokrasiye geçilmiştir ama merhum Menderes’in de itiraf ettiği gibi, Demokratlar iktidar olmuş ancak muktedir olamamışlardır. 6-7 Eylül Olaylarındaki işaretlemeler ve yağmacılık, devletin meşruiyet dışında kalan unsurlarının tertibidir.
27 Mayıs 1960’ta başlayan Darbeler Dönemi’ndeki fişlemeler herkesin malûmudur. Eski Demokrat bir ailenin mensubu olarak adımız ‘kuyruk’ ya da ‘gerici’ idi. Üniversiteden atılan 147’ler, ordudan atılan subaylar ve daha niceleri bu antidemokratik ve insan haklarına aykırı fişlemenin neticeleridir.
12 Eylül’de, Başbakanlığa ve bakanlıklara cunta temsilcisi olarak atanan albayların ilk işi, kamu personelini fişlemek, sağcı-solcu, ilerici-gerici vs. diye ayırmak olmuştu. Dönemin sonunda, Başbakanlık’tan Genelkurmay’a kamyonlar dolusu evrak taşınmıştır.
Lâkin, en bayağı fişlemeler, 28 Şubat Darbesi döneminde illegal ‘Batı Çalışma Grubu’ çetesi tarafından yapılmış; hattâ subay ve astsubay ailelerinin muhbir olarak kullanılması için dahi genelgeler gönderilmiştir.
***
Ben her türlü fişlemenin karşısındayım: Nüfus idareleri, normal kimlik bilgilerini elbette toplayabilmeli; sabıka kayıtları tutulabilmeli ve TÜİK normal istatistikleri derleyebilmelidir. Ancak, bunun dışında, kişilerin düşünceleri, dinî inançları (ya da inançsızlıkları) ve özel hayatları ile ilgili bilgilerin toplanması ve fişlenmeleri, hiçbir gerekçeyle hoş görülemez.
12 Eylül sonrasında ANAP iktidara geldiğinde ‘fişleme’ konusunda vaziyet şuydu: Herhangi bir yöneticilik görevine atanacak kişi hakkında hem MİT, hem de Emniyet İstihbaratı fişlemelere bakar ve kişi hakkındaki bilgileri ‘gizli’ kaydıyla Başbakanlığa gönderirlerdi. Başbakanlık, o kişinin atama kararnamesinin ekine bu istihbarat bilgilerini iliştirmek zorundaydı. Fişleme bununla da bitmiyordu. Cuntacı Evren Paşa, Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde damadına özel bir istihbarat birimi kurdurmuş daha ‘derin’ bir fişleme yaptırıyordu. Aynı utanç verici işi, bu kadar örgütlü olmasa da A. N. Sezer de yaptırmış, apartman kapıcılarından müsteşar tahkikatında bulunmuştu.
Başbakanlık Müsteşarı olarak ilk işim, bu antidemokratik fişlemeye son verip, bu konuda yeni bir yönetmelik düzenlemek olmuştu.
***
Ergenekon Soruşturması ile bir defa daha ortaya çıkmıştır ki, meşruiyeti tartışılan bir takım devlet kuruluşları ve TSK içindeki darbe odakları, aynen 28 Şubat’taki Batı Çalışma Gurubu Çetesi’nin bir devamı gibi, bu insanlık dışı fişlemeye devam etmişler. San Bartelmi Yortusu’nda Protestan evlerinin kapılarına işaret koyanlarla, darbe yaptıkları takdirde, asılacak, hapsedilecek, işinden atılacak kişileri fişleyenler arasında ne fark vardır, bana söyler misiniz?...
Ergenekoncu emekli general Jitemci Levent Ersöz, komutanın (Org. Şener Eruygur ) emriyle fişleme yaptıklarını kabul ediyor. Aralarında önde gelen bakanların, milletvekillerinin ve idarecilerin de bulunduğu binlerce kişilik bu fişleme iki yıl önce elime geçti ve derhal Ankara Savcılığı’na intikal ettirdim; ancak hiçbir netice alamadım.
***
Bu fişleme rezaletini protesto ediyorum. İnsanların fişlenmediği demokratik ve hür bir toplum olabilmemiz için herkesi tepki göstermeye çağırıyorum