Ortaklık durumu en yakından izlenen gazete, MediaCat dergisinin sorduğu “Yabancı ortak bulursanız kimi transfer etmek istersiniz?” sorusuna yayın yönetmeni Serdar Turgut'un adımı anarak cevap vermesinden beri Akşam herhalde... Nereye gitsem, “Akşam yabancı ortak buldu mu?” muhabbeti açılıyor çünkü.
Hayır, bulmadı; bulamayacağını da anladı sanıyorum. Transferim için yabancı ortak arayan Akşam'da peşpeşe beni 'ti'ye alan yazılar çıkıyor. Sonuncusunu bizzat yayın yönetmeni yazdı.
Hem de iki yazıyla. Önce, Cumhurbaşkanı Gül'ün uçağında seyahat eden gazetecilerle ilgili fotoğraf karesinde yalnızca elimin gözükmesinden hareketle ironik bir yazı kaleme aldı Serdar Turgut, ertesi gün adımı başlığa çıkardığı bir yazıyla konuyu sürdürdü.
Tanıyanlar bilir: Hakkımda yazılanlara eleştiri dozu ne kadar fazla olursa olsun kızmam ben. Eğer hak ediyorsam o eleştiriyi, yararlanırım; hak etmediğim bir eleştirinin ise yapana kaybettireceğini yaşayarak öğrenmişimdir.
Serdar Turgut, yazısının bir yerinde, “Yazık oluyor Türkiye'ye ve gazetecilik mesleğine. / Gazetecilik mesleği, gazeteciler her davet gezisine katıldıklarında, uçağına bindikleri siyasetçiyi övücü haberler yazdıklarında bir nebze daha ölüyor” diyor.
Sebebi benim şu tespitimde gizli: “Dün Washington'da hep doğruları savunan, savunduğu doğrular için gerektiğinde risk almaktan çekinmeyen, yanlışlığı tescilli muhataplarına bu durumu hissettirme tenezzülü göstermeyen, çağdaş bir ülkenin demokratik usullerle seçilmiş mağrur bir temsilcisi vardı.”
Nedir bu satırlarda rahatsız edici olan? Doğruları savunmayan, risk almaktan çekinen, muhatabının yanlışını ikide bir gözüne sokan, geri bir ülkenin demokrasiye ters usullerle seçilmiş ezik bir temsilcisi midir Abdullah Gül? Yoksa benim yazdığım doğrudur da, benim o doğruları yazmam mı yanlıştır? Herhalde ikincisi. Abdullah Gül'le eskiye dayalı dostluğum sebebiyle nesnelliğimi yitirdiğimi düşünüyor olmalı Serdar Turgut.
Kendisinin böyle düşünen tek kişi olmadığını biliyorum. Aynı gün Ahmet Hakan da benzer bir değiniyle çıkmıştı okur karşısına. Hakkımdaki kanaati bir iki fırça darbesiyle özetleyivermiş: “Tartışmasız Çankaya taraftarı... Taraftarlık meselesini Abdullah Gül'e yönelik eleştirileri üzerine alacak denli abarttığı söylenebilir... Gül'ün Çankaya'ya çıkmasından önce 'Gül / Erdoğan dengesi'ne acayip titizlenirdi... Ancak 'Çankaya'nın zaptının ardından bu dengeyi pek takmadığını söyleyebiliriz.”
Takımlar halinde yarışılıyor ya... Eskiden 'takım' denilince akla farklı eğilimden kişiler gelirdi, şimdilerde Ak Parti bütün politik platformu işgal ediyor olmalı ki, artık 'takımlar' oraya yakın isimler arasından oluşuyor. Bir Cumhurbaşkanı Gül'ün takımı var, bir de Başbakan Erdoğan'ın. Eskiden hiç değilse dengeye dikkat edermişim (Hürriyet yazarı “Acayip dikkat ederdi” diyor, sağolsun); Çankaya 'zapt edildiği'nden beri dengeyi bir tarafa bırakmışım...
Demek dışarıdan böyle görünüyor.
Geçen akşam Türkiye'nin Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy bir bakan, birkaç siyasetçi, bir düzineye yakın sivil toplum önderinden oluşan bir Amerikalı grupla Cumhurbaşkanı Gül'ü biraraya getirdi. Türkiye'den Gül'le aynı uçakla gelen sekiz gazeteciye de bir kontenjan ayrılmış masada; diğer arkadaşların onayıyla o sandalye bana teklif edildi.
Teklif edene başka bir isim önerdim derhal; o gece başka bir meslektaş dâvete katıldı.
Anglo-Sakson gazeteciliğinde işlediğiniz konuyla nesnelliğinizi zedeleme ihtimali bulunan bir özel yakınlığınız varsa, bunu, yazınızın içinde (tercihan en başlarda) okura deklare etme uygulaması vardır. Başkalarını bilmem, ama ben bu uygulamaya hep titizlikle riayet ettim. Son örneği 'İslâmcı holding' diye anılan bir kuruluş hakkında birkaç satır karalamam gerektiğinde, daha yazının girişinde, “Ben de o holdingin mağduruyum” diye yazdım.
Abdullah Gül'le kökü eskilere dayanan yakın dostluğumu ilk açık eden de, yine aynı ilkeye uymak için, benim. Başbakan olduğu gün yazdığım bir yazıyla açıkladım bunu ve okurlara, “Önemli bir koltukta oturan kişiyle ilgili yazacaklarımı bu bilgi ışığında değerlendirin” mesajını vermeye çalıştım. Galiba yanlış yapmışım; yıllardır aynı kaptan yeyip içtikleri halde bu ilişkilerini gizleyerek 'ahbap-çavuş' tarzı gazeteciliği siyasi zeminde sürdüren pek çokları gibi, ben de sessizlik zırhına bürünmeliymişim.