70'li yıllardan miras Milli Görüş ideolojisi, Saadet Partisi'nin 11 Temmuz 2010 günü yapılan kongresindeki fotoğrafın çok net biçimde ortaya koyduğu üzere, tıpkı yaşıtı Büyük Doğu fikriyatı ve Diriliş hareketi gibi tarihteki yerini almış ve ideolojiler müzesinin yolunu tutmuştur. Dolayısıyla SP lideri Kurtulmuş'un 2008'de partisinin genel başkanı seçilmesinden bu yana “Milli Görüş'ün üçüncü hamlesi” olarak isimlendirdiği yeni dil ve üslup doğamadan ölmüş; açılım, atılım, yenilenme niyeti temenniden öteye geçememiştir. Yenilenme denemesinin Milli Görüş içinde imkanı, potansiyeli ve araçlarının bulunmadığı anlaşılmıştır ve ne Kurtulmuş, ne de bir başkası tarihin her fikir ve siyasi hareket için geçerli acımasız hükmünü geri çevirip yeni baştan böyle bir kapasiteyi inşa edebilecek kabiliyette değildir.
Açık gerçek şudur ki, “Milli Görüş'e ihanet” kabilinden tüm karşı propagandalara ve ithamlara rağmen SP lideri Kurtulmuş'un ısrarla ve azimle Milli Görüş'ün mirasçısı olma referansına vurgu yapmasının artık anlamlı bir yanı kalmamıştır. Çünkü o referans, yeni başlangıçlara dayanak oluşturacak direncini yitirmiştir ve bu mukavemetsiz yapıdan entelektüel kapasite üretmek için yararlanılmasına imkan ve ihtimal yoktur.
Kurtulmuş her konuşmasında bütün bir iyiniyetiyle Milli Görüş için İslamcı, muhalif, yerli ve milli bir silsile sayıyorsa da gerçekte Abdulhamitçi-modernleşmeci özelliği bu siyasi hareketi o silsilenin parçası olmaktan uzak tutmaktadır. Teknokrat muhafazakarlarca kurulup yönetilmiş Milli Görüş hareketindeki maneviyatçılığın muhalif İslamcılığa karşılık gelmediğini, hareketin tarihsel ıslah ve ihya temelli dini düşünceye karşıt dünya görüşünden ve ıslah-ihya akımının düşünce önderlerine hiçbir şekilde tahammüllü olmamasından çıkarmak mümkündür. Son kongrede yaşanan gerilim ve tartışmaların taraflarına bakıldığında, kendilerine “Erbakancı” diyen kesimde tarihsel ıslah-ihya akımının yenilik, atılım, açılım, inşa çabasının ne düşüncesi, ne entelektüel kapasitesi, ne de enerjisi bulunmadığı; üstelik soyisim mirasçılarının yönetime alınmamasına tepki göstermekle, kendilerini dayandırmaktan iftihar ettikleri Nebevi geleneği bile hiçe sayabildikleri görülmüştür.
Erbakan ve arkadaşlarının siyasi mücadele bayrağını yeni neslin politik, kültürel ve entelektüel gücü, birikimi ve ufkuna teslim etmeye yanaşmamasıyla patlak veren krizin SP'nin 4. kongresinde ortaya çıkardığı tezahür Milli Görüş hareketinin iç enerjisini bitirdiğini ve bu haliyle ne AK Parti iktidarının bir sonraki aşaması olabileceğini, ne de bu iktidardan bîzar kitlelere umut verebileceğini göstermiştir.
Milli Görüş ve onun bugünkü partisi SP, “iktidara yürüme” kongresi yapacakken varoluş krizini iyice derinleştirmiş bir kongre geçirmiştir. Partinin lideri Kurtulmuş, delegelerin ancak dörtte birinin oyunu alabilmiş bir genel başkan olarak gerçekte Milli Görüş hareketinin bu oranlarda bölündüğü son kongrenin başkanı olmuştur. Bu bölünmenin Erdoğan ve arkadaşlarının koptuğu bölünmeden farkı, bu kez açılım arayışı içindeki parti tabanının partiyi bölmemiş olması, aksine Saadet'i iktidarın eşiğine kadar getirip anahtar parti yapmayı başarması ve partinin tüzel kişiliğinin de onların elinde kalmasıdır. Erdoğan ve arkadaşlarının bölünerek ayrılıp yeni bir parti kurmaları tecrübesinden çok farklı olarak bu kez Erbakan ve arkadaşları Saadet Partisi'ni tam ortasından ikiye bölerek zayıflatmıştır. Bu noktadan sonra ister yeni bir parti kurarak yola devam etseler, ister Saadet'i yeniden ele geçirseler de hem Erbakan ve arkadaşları ellerinde kalan zayıf parça ile yeniden yola başlamak zorundadırlar, hem de Kurtulmuş, elinde tutabildiği çok daha zayıf parça ile yeni bir başlangıç yapmak durumundadır.
Son kongrede Erbakan ve arkadaşlarının, Kurtulmuş'u bir tür koordinatör olarak partinin başında tutma, buna karşılık partinin yönetimini kendi akraba ve arkadaşlarından oluşturma girişimi, Milli Görüş'ün siyasi ve ideolojik bir hareket olarak varlığını sürdürmekte zorluk çektiğinin ve yaşanan bu nefes darlığıyla bir adım daha atacak hali kalmadığının kanıtıdır. Bir zamanlar siyasi ve fikri hayatımızın en güçlü akımları olan Büyük Doğu ve Diriliş hareketinin, kendi zamanlarındaki görkeme, etkiye ve toplumsal nüfuza rağmen bugün ancak siyasi ve fikri tarihte yerlerini aldıkları, bunun da her fikir ve siyasi hareket için kaçınılmaz olduğunu değerlendirebilenler, bu söylediklerimizin Milli Görüş için de geçerli olduğunu takdir edeceklerdir. Bu analize inanmakta güçlük çekenler kuşkusuz “zaferden değil seferden” sorumlu oldukları psikolojik savunmasıyla kendilerini ikna etmeye çalışabilirler. Eğer seferden sorumluluk varsa o zaman neden siyasi yarışa katıldıklarını, neden seçimlerde partilerinin başarısı için canlarını dişlerine takarak mücadele ettiklerini, neden bu kadar mesai, emek ve para harcadıklarını ve o imkanları “sefer” için yapılabilecek onlarca gayret sahasına yönlendirmediklerini kendilerine soruyor olmalıdırlar.
Kongreden çıkan sonucun ardından Şevket Kazan'ın Kurtulmuş ve arkadaşlarının “yaptıklarının cezasını çekecekleri” tehdidine mündemiç, ya Erbakan ve arkadaşlarının ayrılıp başka bir parti kurmaları ya da yeni bir olağanüstü kongre ile Kurtulmuş ve taraftarlarını partiden tasfiye edip yola devam etmeleri seçeneğinden umut bekleyenler kendilerine şu soruyu da sormaya başlamalıdırlar: Erbakan ve arkadaşlarıyla artık tarihe malolmuş ve ideolojiler müzesindeki yerini almış 0.1'lik bir siyasi hareketle nostaljik sefere devam mı, yoksa Kurtulmuş'la veya başka bir yenilikçi kadro ile en kötüsü koalisyon olan iktidar ihtimalinin eşiğine kadar gelmiş bir partiyle siyasi mücadeleyi sürdürmek mi?
Önümüzdeki günlerde Saadet içinde yaşanacak gelişme, Saadetlilerin ne yönde tercih kullandıklarını gösterecektir.