Sevgili okuyucular, yarın büyük lider Atatürk'ün ölüm yıldönümü. Vefatının 70. yılında O'nu minnet ve şükranla yâd ediyoruz. O, Millî Mücadele'nin önderliğini yapmış; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, devletimizi kurmuş; Türk modernleşmesini ve değişimini gerçekleştirmişti.
Kemalizm'in iflâsı
Ne yazıktır ki, bu büyük lider ve devlet adamı, yıllarca peşin hükümlerle değerlendirildi. Günlük politikanın odağına çekildi. Kemalizm adı altında sunulan, bizzat Atatürk'ün, 'Fikirlerimi doktrinlerle dondurmayınız' diyerek karşı çıktığı bu uydurma ideoloji, Atatürkçülüğü dogmatik ve değişmez kalıplara sokup dondurdu.
Atatürk, çok sevdiği milleti için bir 'tabu' ve 'idol' olarak takdim edildi. Milletini esaretten kurtaran, yepyeni bağımsız bir devlet kuran, ileri görüşlü büyük bir 'millî lider'in, bir 'millî kahraman'ın zorla sevdirilmeye ihtiyacı var mıdır? Dahası, halka mal olmuş bir devlet adamının korunması için kanun çıkaran tek bir ülke gösterebilir misiniz? Bugün Türkiye'de 'Atatürk'ü Koruma Kanunu' vardır ve hâlâ yürürlüktedir.
Bu ayıbı temizlemeye kalksanız, bilcümle 'Atatürk bezirgânı' vâveylâyı koparır ve sizi 'Atatürk düşmanı' ilân ederler...
İdolleştirilen Atatürk
Efendim, Evren Paşa'nın iki müspet icraatı olmuştur. Birincisi, 20 yıldır bayram olarak kutlanan '27 Mayıs Bayramı' kepazeliğine son vermesi; ikincisi ise 10 Kasım'ı mâtem günü olmaktan çıkarmasıdır. 1980 öncesindeki 10 Kasım'ları gençler bilmezler. O büyük dâhiyi, mücadelesi, inkılâpları ve emsalsiz icraatıyla anmak yerine, zorla matem havası oluşturulmaya çalışılırdı.
Bütün bu garâbetin sebebi, Atatürk'ü idolleştirip tabu hâline getiren, O'nun düşüncelerini dogmatik kalıplara sokan dar görüşlü jakoben cumhuriyetçiler ile Atatürk'ü istismar ederek siyasî menfaat sağlamaya çalışan Kemalistlerdir.
Atatürk'ü putlaştırmaya çalışanlar, o derece ileri gitmişlerdir ki, O'na ulûhiyet izafe etme dahi kalkışmışlardır. 'Ata ekber, Ata ekber' ya da 'Kâbe Arabın olsun/Bize Çankaya yeter' diye sözümona şiirler yazanlar; ellerinde büstlerle nutuk atanlar; 10 Kasım'ı yas günü ilân ederek olmadık zorlamaları yıllar yılı tekrarlayanlar, milletle Atatürk arasına mesafe koymuşlar, güyâ sevdirmeye çalışırken halkı, kendi millî önderinden uzaklaştırmışlardır.
Buna mukabil, Kemalist karşıtı grup da Atatürk'ü istismar etmiş; kulaktan dolma rivayetlerle, Atatürk hakkında dedikoduya dayanan karalamalarda bulunmuşlardır.
Atatürk, bu iki uç grubun zıtlaşması yüzünden gerçek fikirleriyle değerlendirilememiş; 10 Kasım'lar, Anıt Kabir ziyaretleri ve bayram nutukları arasında sıkışıp kalmıştır. Ölümünden sonra 70 yıl geçmesine rağmen, bu büyük devlet adamının hâlâ gerektiği gibi anlaşılamamış olmasını esefle karşılıyoruz.
Türk Milleti'ni 'çağdaş uygarlık düzeyi'ne çıkarmaya çalışan bir liderin, istismar edilerek 'değişimi engelleyen' bir zihniyetin aracı hâline getirilmesi, O'na yapılacak en büyük haksızlıktır.
Neden korkuyorsunuz?
Efendim, Başbakanlık Müsteşarlığım sırasında zamanın Cumhurbaşkanı Evren Paşa bir gün bana, Sayın Güzel, siz Osmanlı ve Cumhuriyet arşivleri konusunda güzel hizmetlerde bulundunuz. Çankaya Köşkü'nde Atatürk'e ait çok değerli arşivler var. Bunun tasnifini de yapar mısınız? diye sordu. Heyecandan yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Cumhurbaşkanlığı'nda çok değerli arşiv malzemeleri olduğunu biliyordum. O heyecanla kimbilir nasıl bir ses tonu ile Hay hay, çok iyi olur! demişim ki, Evren Paşa şaşırdı ve Bunu daha geniş bir zamanda konuşuruz dedi.
Hemen ertesi gün Evren Paşa'ya gittim ve 'Çankaya Arşivleri'ni tasnife âmâde olduğumuzu, bundan sonra da Cumhuriyet Arşivi'nde muhafaza edebileceğimizi söyledim. Evren Paşa, Atatürk'ün günlük programını ve görüşmelerini tutan yâverleri çok teferruata yer vermişler; yediğini içtiğini, bazen bir hanımla özel görüşmesini bile yazmışlar. Bunlar açıklanırsa Atatürk düşmanları bu belgeleri onun aleyhinde kullanırlar diye endişeliyim dedi. Ben, Atatürk'ün İzmir'de içki içtiği lokantada perdeleri açtırmasını örnek göstererek, açıklığın daima daha iyi olduğunu; eğer bu arşivler açıklanırsa bilâkis bazı mahfillerin aleyhteki dedikodularının azalacağını söyledim. Ayrıca, eğer bu belgelerin açıklanması istenmezse 2038 yılına kadar, yani vefatının 100 yıl sonrasına kadar gizlenebileceğini anlattım.
Daha sonra Evren Paşa, bu arşivleri SEKA'ya gönderip imha ettireceğini söyledi. Aklıma gelince içim ürperiyor ve Evren Paşa'nın bu eşsiz tarih hazinesini yok etmemiş olmasını diliyorum.
Bizim 'Mustafa'...
Efendim, Atatürk'ün asıl adı Mustafa'dır. İstatistiklere göre, Türk Milleti, Mehmet ve Ahmet'ten sonra en çok 'Mustafa' adını kullanıyor. Benim de dedemin, büyük dedemin, kardeşimin ve oğlumun adı Mustafa'dır.
Hiç şüphesiz çok anlamlı olan 'Kemal' adının nasıl 'Mustafa Kemal' olduğunun hikâyesini bilirsiniz. Kemal, sanki Atatürk'ün resmî hüviyetini, Mustafa da halka yakın hüviyetini aksettirir gibidir. Bir ara, 'Dil Devrimi' sırasında heceler arası uyum gerekçesiyle 'Kemal', 'Kamal' olarak kullanılmıştı; hattâ bu isim kitaplara dahi konulmuştur.
Zübeyde Hanım'ın küçük Mustafa'sı , bizi Atatürk'ün insanî sıcaklığına yaklaştıran; O'nu soğuk heykel kaidelerinden indirip yanımıza, aramıza getiren bir sevgi rumuzu gibidir.
Can Dündar'ı tanır ve severim. Benim gibi, yazılarının müptelâsı olanlar, bazen kelimelere döktüğü lirizminin tadına varanlar, ne kadar sevgi dolu ve duygulu bir şahsiyeti olduğunu bilirler.
Can Dündar da benim gibi Mülkiyeli'dir ama düşünce dünyalarımızın menşei farklıdır. Lâkin, iştirak etmediğim bazı görüşlerine rağmen, onun kabiliyetini, dürüstlüğünü ve samimiyetini her zaman takdir ederim.
Can Dündar, Türkiye'de Atatürk'ü en çok seven ve anlayan kişilerin başında gelir. Atatürk hakkında hepimizi duygulandıran 'Sarı Zeybek' adlı eserinden sonra gerçekleştirdiği 'Mustafa' filmi, tek kelimeyle bir 'şaheser' olmuştur. Dündar, bu filmiyle Atatürk'ü donuk bir tunç heykel olmaktan çıkarmış, O'nu milletin gönlündeki hakikî yerine oturtmuştur.
Can Dündar'ın Atatürk'ü, bize göklerden bakan bir efsane değil, artık 'Bizim Mustafamız' olmuştur.
Dündar'ın bu eseri, Atatürk'e ve O'nu sevenlere gerçek bir '10 Kasım Armağanı'dır