Bize özgü gariplikler

xxx78

Ülkemizin ilk işçi konfederasyonu olan Türk-İş’in genel mali sekreteri ve Demiryol-İş Sendikası genel başkanı Ergün Atalay, 28 Şubat sürecinde sergiledikleri yanlış tutum sebebiyle sorumlularından olduğu kuruluş adına özür dilemiş... “O yapının içinde olmamamız gerekirdi” demiş...

28 Şubat sürecinin en gizemli yönlerinden biri, Refahyol iktidarının ömrünü kısaltmak üzere girişilmiş ‘post-modern darbe’ plancılarına kendilerini kullandıranlar arasında işçi kuruluşlarının da bulunmasıydı... Ömrü kısa sürmüş Refahyol hükümeti, israfların önünü keserek, devlet kaynaklarını tek havuzda toplayarak elde ettiği artı değerle çalışanların ve emeklilerin gelirini artırmaya çalışıyordu çünkü...

Hükümeti düşüren ittifak, hemen ardından, kamu kaynaklarını yağmaladı ve herkesin yarı yarıya fakirleşmesine, çalışanların gelirlerinin düşmesine yol açan ekonomik krizi doğurdu. 28 Şubat sürecinde durumdan vazife çıkartarak ‘Beşli Çete’ içerisinde yer alan Türk-İş ve DİSK, bu eylemleriyle, temsil ettikleri işçi kesimine büyük zarar verdiler.

İktidar ilişkilerine sınıf çelişkileri açısından bakanların ‘olması imkânsız’ saydığı bir işi başarmıştı 28 Şubatçılar; emekçileri temsil eden işçi kuruluşlarıyla sermaye sınıfının öndegelen işveren kuruluşlarını aynı eylem planında buluşturarak... Kanlı-bıçaklı olması beklenen bu iki kesim ‘Beşli Çete’ haline dönüşüp süreç içerisinde askerle birlikte çalıştı.

Ne kadar garip, değil mi?

Kitapların yazdığına aykırı bir başka gariplik de, bizdeki sermayedarların darbeler konusunda sergiledikleri tavırdır. Aslına bakarsanız, emekçi-işveren çelişkisini yumuşatmaya da yarayan demokrasi, istikrar getirdiği için, servet sahiplerinin önlerini görebilmelerini ve büyümelerini de sağlar. Bu sebeple de, sermayedar kesiminin demokrasi üzerinde titizlenmesi beklenir.

Öyledir de, neden bizdeki zenginler demokratik dönemlerde huzursuzluk yaşar ve askeri müdahaleleri bekler? Neden darbe teşvikçileri arasında her zaman büyük sermayedarlar vardır?

Benim aklımın alamadığı muammalardan biri de işte budur...

Siyasi hayatın kesintiye uğramadığı şu son on yıl ülkemiz sermaye sınıfı için ‘altın dönem’ oldu; bunu ben söylemiyorum, rakamlar söylüyor ve servet sahipleri de doğruluyor. Servetlerine servet katanlar arasında büyük holdingler de var; herbirinin varlığı on yıl öncesiyle mukayese kabul etmeyecek hale geldi.

Memnun olmaları gerekmez mi?

Wikileaks belgeleri arasında yer alan bir ABD yazışması, ülkemizin en büyük holdinglerinden birinin patronlarının, yapılacak ilk seçimde Ak Parti’nin iktidardan düşeceğini, yerini bir koalisyon hükümetinin alacağını Amerikalı diplomatlara ‘müjde’ tarzında anlattığını ortaya koydu.

Akıl alır gibi değil, ama bu da bize özgü gariplikte bir gerçek...

İşçilerin hakkını korumakla görevli sendikalar çalışanların hallerini iyileştirmeyi kendisine öncelikli görev olarak üstlenmiş bir hükümeti düşürmek amacıyla zengin işverenlerle ortak hareket ediyor, demokrasiden nemalanıp servetlerine servet katan sermayedar kesimi ise, bu imkânı kendilerine bağışlayan istikrar yerine istikrarsızlık kaynağı koalisyon özlemiyle yanıp tutuşuyor...

Gerçekten garip bir durum bu...

Hiç değilse işçi kesiminden bir özür geldi; büyük patronlar ise burunlarından kıl aldırmamayı sürdürüyorlar...