Bir süre önce BBC ve Times kaynaklı olan şu haberi okumuştum: "Avrupa'da kadınların örtünmesi konusunda son dönemde yaşanan gerilimler ve hukuki problemlerin ardından İngiliz hükümeti sürpriz bir adım atarak İslam'ın kritik sorularına yanıt aramak için dünyanın en prestijli iki üniversitesini görevlendirme kararı aldı. 200 bin dolar kaynak ayrılan proje kapsamında Cambridge ve Oxford Üniversiteleri, alanında uzman 20 İslam bilgini ve akademisyeni bir araya getirerek örtünme, kadının toplum hayatındaki rolü, içkili ortamlarda bulunulması gibi kritik sorulara yanıt arayacak. Bir yıllık araştırma sonunda hazırlanacak İslam raporu hükümet tarafından devlet politikası haline getirilecek. 20 uzmanın hazırladığı bu rapor türban, başörtüsü, çarşaf, burka gibi kıyafetlerin İslami bir zorunluluk olup olmadığı konusunda kesin hüküm içerecek.
"BBC'ye göre adı açıklanmayan uzmanların yanıt arayacağı sorular arasında, "Müslüman bir kişi İngiliz ordusunda görev yapabilir mi?", "Kadınlar için örtünme farz mıdır, eğer öyleyse ne şekilde örtünmek gerekir?", "Müslüman biri alkol servis edilen ya da alkol satılan bir yere gidebilir mi?", "Kadının toplumdaki yeri nedir?" gibi kritik problemler var. Times gazetesine göre kurulun hazırlayacağı rapor İngiltere'de görev yapacak olan imamlar ve buradaki Kuran kursları için de ana materyal haline gelecek. Ardından İngiltere'de görev yapan tüm imamlar 2010 yazında rapor doğrultusunda eğitime alınacak. Eğitimin ardından sertifika alacak olan imamlar vaazlarında da raporun hükümleri dışına çıkamayacak."
Ülkemizde laiklik ilkesi ile ilgili tartışmaların ve açıklamaların ardı arkası kesilmiyor. Geçenlerde Genel Kurmay Başkanı, dün Yargıtay Başkanı yine laiklikten söz ettiler ve kendi laiklik anlayışlarını Anayasa Mahkemesinin yorumuna da dayanarak- ortaya koydular. Yine bir süre önce İslam'da başörtüsünün yeri ve hükmü ile ilgili olarak AİHM'nin verdiği karar üzerine sayın Başbakanımız "Mahkemenin bu konuda söz söyleme hakkı yoktur... Söz söyleme hakkı din ulemasınındır" demiş, bu da laikliğe aykırı sayılmış, hatta kapatma davasının delilleri arasına girmişti.
Bizde bunlar olup biterken, demokrasinin beşiği olan İngiltere'de, yukarıda okuduğumuz habere göre bakın neler olmuş:
1. Hükümet, doğrudan İslam dini ile ilgili bazı konuları din alimlerine sorma kararı almış. Din konusunda yorum yapmamış, fetva vermeye kalkışmamış ve bunu da iki ciddi üniversiteye havale etmiş.
2. Müslümanları (vatandaşların bir kısmını) ilgilendiren bir meselenin halli için 200 bin dolar kaynak ayırmış (Bizim vergilerimizle niçin imamlara maaş veriliyor diyen bazı vatandaşların dikkatine!).
3. Bir yıllık araştırma sonunda hazırlanacak İslam raporunun hükümet tarafından devlet politikası haline getirilmesine karar vermiş ve bunu, din ve devlet işlerinin ayrılması, devletin işlerinde dinin referans olmaması manasındaki laikliğe aykırı görmemiş. Bütün vatandaşları bağlamayan bir konuda, ilgili dindarların meselelerini çözmeye yönelik olarak dinin kaynak olmasını kabul etmiş ve uygulamış.
4. Türkiye'de, Devlet daireleri arasında bir Diyanet'in olması devamlı tartışılıyor ve din işlerine devletin karışmaması, din işlerinin inananlara (cemaatlere) bırakılması savunuluyor. İngiltere'de ise devlet, İslam'ın bazı meselelerini ulemaya sorup aslını öğrendikten sonra cemaate bazı yükümlülükler getiriyor; imamları kursa tabi tutuyor, hutbelerin içeriğine İslam'a uygun kılmak, kargaşayı önlemek amacıyla- müdahale ediyor. Şu halde laik bir ülkede Diyanet benzeri bir kurum olsun olmasın gerektiğinde devlet, dinin anlatılması ve uygulanmasında ortaya çıkan ve haklar ile kamu düzenini de ilgilendiren problemleri çözmek için devreye giriyor.
Türkiye, AB'ne girmek istediğine göre demokrasi ve laikliği de, girmek istediği topluluğun standardına getirmesi kaçınılmazdır. Hukuk adamları da dört duvar arasından çıkmak, dünyaya açılan pencereden etrafı seyretmek durumundadırlar.