Bazı yazıları tekrar okumanın, hatırlamanın faydasına inandığımdan 4 Ocak 2010 tarihli yazımı dikkatlerinize sunuyorum:
Siz hiç iftiraya uğradınız mı?
Nedir ki iftira? En basit tanımıyla, çirkin bir işi yapmadığınız halde yapmakla suçlanmanızdır iftira.
Hiç iftiraya uğramamış olanlar çok şükretmeli, hamd etmeli. Ancak başınıza “iftira belası” gelmediyse öyle bir durumda iftiraya uğrayanların nasıl derin acılar yaşadığını anlamanın tek yolu kalıyor; “damdan düşenler”in yazdıklarını okumak ya da onları dinlemek.
Tarihin tozlu sayfaları arasında küçük bir gezintiye çıkıp, en bilinen iftira olaylarını okumak bir parça fikir sahibi yapabilir insanı. Mesela Hz. Aişe (r.anha) validemize yapılan çirkin iftira. Sonrasında yaşananlar.
Bu sabah, AKRA FM’den Merhum Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi’yi dinledim. Sohbette merhum Hocaefendi besmelenin faziletinden bahsederken Hacı Bayram-ı Veli (k.s) ile ilgili bir hikâye anlattı.
Kıssaların bazıları belki kısmen, belki tamamen gerçek dışıdır. Ortaya çıkmalarında çeşitli saikler söz konusudur.
Ne var ki, kıssaların hemen hepsinde okuyan ve dinleyenler için önemli “hisseler” vardır.
Bu hikâyenin tarihen sabit olup olmadığının araştırmasını tarihçilere bırakıp biz hissemizin peşine düşelim.
Altıncı Osmanlı Padişahı Sultan İkinci Murat zamanında Hacı Bayram-ı Veli’nin şöhreti bütün ülkeye yayılmış. Hacı Bayramı Veli’ye padişahın saygısı, muhabbeti varmış. Padişah, -Hacı Bayram ile özel bir yakınlık içinde olmasa da- onu, topluma faydalı insanlar yetiştiren ve ülkede rafine insanların sayısının artmasına önemli katkı sağlayan birisi olarak gördüğü için özel destek vermiş.
Mesela, -rivayete göre- Hacı Bayramı Veli’nin talebelerine askerlik ve vergi muafiyeti gibi imtiyazlar verilmiş.
Hacı Bayramı Veli’nin çok etkili sohbetleri, faydalı terbiye yöntemleri bir yana, bu türden özel kolaylıkların da etkisi ile çevresindeki mürit ya da öğrenci halkası çok hızlı büyümüş.
Hikâyeye göre, Sultan İkinci Murat’ın veziri Hacı Bayram-ı Veli’nin giderek güç kazanması ve nüfuzunun artmasından ciddi rahatsızlık duyarmış. Belki dedikoducuların, cahillerin, hasetçilerin ulaştırdığı yalan-yanlış bilgi ve haberlerin de etkisi ile vezir Hacı Bayram’a diş bilemeye başlamış.
Vezire göre Hacı Bayramı Veli’nin ortadan kaldırılması gerekiyormuş. Bir fırsatını kollamış ve uygun bir zamanda padişaha bu konuyu açmış, “Sizin koltuğunuzda gözü var. Giderek kontrolü güç hale geliyor. Bugünden tedbir alınmazsa ülkemizin başına bela olur” demiş.
Padişah, vezirin öne sürdüğü delilleri ve ısrarı karşısında, “Ortadan kaldırın o halde!” demiş.
Vezir, “Adamları çok kalabalık, dikkat çekmeyen, özel bir yöntem uygulamamız lazım” hatırlatmasında bulununca padişah, “Öyleyse saraya davet edin. Başka misafirlerimiz de bulunsun. Şerbet ikram edersiniz. Onun bardağına zehir koyarsınız, içer, kıvrılır” demiş.
Planlandığı gibi davetliler padişahın huzuruna alınmış. İkramlar başlamış. Hacı Bayram hazretleri bardağı eline almış, “Padişahım” demiş, “Biz bu şerbeti içeriz ama vezir gider!”
Padişah sükût etmiş.
Hacı Bayram-ı Veli, “Bismillah” deyip içmiş zehirli şerbeti.
Salonunun diğer köşesinde oturmakta olan iftiracı vezir bir âhh çekmiş ve düşüp ölmüş.
Padişah durumu anlamış.
Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinden bir dilekte bulunmuş, “Beni de talebeleriniz arasına alır mısınız?” demiş.
Alınmış.
İftiraya uğrayan tüm dostlar müsterih olsunlar.
“Bismillah” deyip içelim hazırlanan zehirli şerbetleri.
Gerisini müfteriler düşünsün. Korkması gerekenler mağdurlar, mazlumlar ve iftiraya uğrayanlar olmamalı.
İftiracılar korksunlar. Zira onlar için iki cihanda da sadece zillet vardır. Ömrü olanlar dünyadaki kısmını görecektir. Sabır!