Son zamanlarda Türkiye’nin her yurtdışı operasyonunda karşımıza çıkan, kendi çapında ayak bağı olmaya çalışan, diplomatik tezlerimize karşı tabiri caizse ‘çemkiren’ Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), kuruluş itibariyle benden iki yaş küçük, dünyanın en genç ülkelerinden biri. Bir dönem Osmanlı hâkimiyetine de giren körfez ülkesi, kurulduğu 2 Aralık 1971’e kadar İngiliz sömürgesi altında idi.
BAE, Suudi Arabistan ve Umman’ın arasında sıkışmış, Basra körfezi ve Hürmüz boğazına sahili bulunan, toplam yüzölçümü 91,700 km2, yedi emirliğin bir araya gelmesiyle oluşmuş federatif bir yönetim sistemine sahiptir.
Dünya petrol rezervinin yüzde 10’u (yaklaşık 100 milyar varil) ve doğalgaz rezervinin yüzde 5’ine hükmeden ülkenin ihracatının başında ham petrol, işlenmemiş altın, mineral yakıtlar, petrol gazı, elmas, işlenmemiş alüminyum gelmektedir. %76’sı Müslüman olan 9.5 milyon (2017) ülke nüfusunun sadece %15’i kendi vatandaşıdır. Kişi başı ortalama milli gelir 37.226 USD’dir(2017 IMF). Son yıllarda Abu Dabi ve Dubai’de geliştirilen serbest bölgeler ve turizm yatırımları ile gelir çeşitliliği sağlanmaya çalışılmaktadır.
Bugüne kadar yöneticileri sahip oldukları bu serveti, %97’si çöl olan ülkenin imarı ve bölge ülkelerindeki hayır kurumlarına yaptıkları yardımlarla isimlerini duyurdular. Bu kapsamda ülkemizde de 25 Ekim 1990 tarihinde iki devlet arasında imzalanan protokol gereği Şeyh Zayed Çocuk Koruma Vakfı (http://www.szckv.org/) kurulmuştur. Vakfın kuruluş amacı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunda koruma ve bakım altında bulunan çocukların tüm ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bu vakıf bakanlar kurulu kararıyla vergiden muaf tutulmuştur.
Ancak ne var ki batıda tahsil görmüş ‘new generation’ yöneticiler aldıkları kararlar ve attıkları adımlarla, Yemen savaşından Libya'daki ayaklanmaya, Mısır’daki darbeden Filistin meselesine kadar bölgede çatışmaları ve bölünmeyi derinleştiren tehlikeli sulara yelken açmaktadırlar. Bazı Afrika ve İslam ülkelerinde teröristleri fonlamaya devam etmektedirler.
Libya'da 2014'te yapılan seçimin ardından darbeye kalkışan General Hafter’le yakın ilişki kuran BAE yönetimi, hırslı ve sicili bozuk generalin ülkenin tamamını ele geçirmesi için ekonomik, diplomatik ve askeri her türlü desteği sağlamaya devam etmektedir. İnsan ticareti yapan Black Shied şirketi ile Suriye'den sonra şimdi de Sudan'daki gençlere askeri eğitim vererek Hafter saflarına gönderdiği tüm dünya basınına konu oldu.
19.06 2020’de Sputnik’te, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin “BAE Suriye hükümeti ile ilişkilerini normalleştirme çabalarına devam etmesi durumunda yaptırımlara maruz kalabilir.” uyarısından öğrendiğimize göre Esed’le de kirli bir pazarlığa girmiş durumda.
İbn i Haldun “Coğrafya kaderdir.” der. BAE elinde bulundurduğu jeopolitik konum ve ekonomik gücüyle son yıllarda Orta Doğu'da güçlü bir siyasi aktör olmak istiyor. Bunu yaparken maalesef Türkiye’yi hedef aldığı saklanamaz bir gerçek. Bu konuda onları kimlerin yüreklendirdiğini de tahmin etmek güç olmasa gerek.
Yakın zamanda gerek Arap basınında gerekse Türk basınında BAE ve İsrail arasındaki yakınlaşmayla ilgili çok sayıda haber gündeme geldi. 6 Haziran 2020’de AA yer alan bir haberde; “BAE ve İsrail arasında son yıllardaki yakınlaşmanın bir sonucu olarak farklı ülkelerden gelen 3 bine yakın Yahudi "BAE Yahudi Topluluğu” nu kurdu ve resmi olarak Twitter hesabı açtı.” deniliyordu. Bugüne kadar 2080 takipçiye ulaşan hesap @JewishUae (https://twitter.com/JewishUae/status/1267504374051483651) sayfanın başına sabitlediği videoda BAE yetkilileri ve ordusu için İbranice duaların okunduğu, topluluğa ait bireylerin ellerindeki BAE bayrağı ile çöldeki yürüyüşleri, BAE Başkanı Şeyh Halife bin Zayid Al Nahyan ve diğer emirlerin posterlerini taşıdıkları görülüyor.
Aynı konuyu haber yapan ABD merkezli Bloomberg’in ‘Tel Aviv ve BAE arasında gelişen sıcak ilişkiler sayesinde Yahudi topluluğun ülkede yer edinmeye başladığı’ yorumu dikkat çekici idi.
Birçok Arap ülkesi gibi İsrail ile diplomatik ilişkileri olmamasına rağmen bu ‘sıcak ilişkinin’ başka neleri kapsadığı ve daha nerelere varacağı konusuna biraz mercek tutalım.
Dubai merkezli Gulf News'in geçen yıl geçtiği bir haberde; "Abrahamic Family House" adında Abu Dabi'de aynı parselde cami, kilise ve sinagogun yer aldığı, inşaatına geçen yıl başlanılan projenin 2022'de hizmete açılacağı söylenmişti.
İsrail ile BAE arasındaki yakınlaşmayla ilgili hafızamızı biraz yoklayalım.
Uluslararası Judo Federasyonu tarafından Ekim 2018'de Abu Dabi'de düzenlenen Judo Grand Slam Turnuvası'na İsrailli sporcuların kendi bayrakları altında yarışmasına izin verilmişti. Turnuvayı izlemek için İsrail Kültür ve Spor Bakanı Miri Regev de milli takımla birlikte Abu Dabi'ye gelmişti.
İsrail eski İletişim Bakanı Eyüb Kara da 30 Ekim 2018'de BAE'nin Dubai kentinde düzenlenen telekomünikasyon konferansına katılarak, konuşma yapmıştı.
Yine İsrail eski Dışişleri ve İstihbarat Bakanı Yisrael Katz Temmuz 2019'da Birleşmiş Milletler‘in düzenlediği çevre konferansına katılmak için Abu Dabi'yi ziyaret etmişti.
Haaretz gazetesi, 20 Ağustos 2019'daki bir haberinde, İsrail ile Abu Dabi yönetiminin, aralarında casus uçakların da bulunduğu modern istihbarat araçlarıyla donatımı konusunda 3 milyar dolarlık büyük bir iş birliği yaptığını öne sürmüştü.
Asıl bomba dün patladı. Birçok medya organında yer alan habere göre; İsrail medyasından Kanal 13’ün siyaset muhabiri Barak Ravid, BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in 25 yıldır Tel Aviv ile birlikte çalıştığını iddia etti. Söz konusu ‘birlikteliğin’ İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak planında da devam ettiğini ileri sürdü.
Trump’ın Netenyahu ile birlikte açıkladığı, İsrail’in en önemli ‘hedeflerinden’ biri olan Batı Şeria'daki yasa dışı Yahudi yerleşim yerlerinin ‘İsrail toprağı’ kabul edilmesi ve İsrail yönetiminin Filistin'e ait Ürdün Vadisi üzerindeki hâkimiyetini sürdürmesi maddelerini de içeren, sözde Ortadoğu barış planının saç ayağını Veliaht Prens Muhammed bin Zayed oluşturuyor. İsrailli yazarlar Adana Zidman ve Rod Runner da benzer açıklamalarda bulunurken, Runner, “Zayed’in Netanyahu’ya ihtiyacı var.” dedi.
Biz Kur’ani ölçü olan; “Size bir fasık haber getirdiğinde onu araştırın.” emri doğrultusunda hareket ederek arşivleri biraz daha karıştıralım.
Temmuz 2000'de, Harvard Üniversitesi'nin bir alt kolu olan Harvard Divinity School (Harvard İlahiyat Okulu)’na BAE hükümdarı Şeyh Zayed bin Sultan Al Nahayan tarafından 2.5 milyon $'lık bağış yapıldı.
2007'de USA Today'de şunlar aktarılmıştır: "Suudi Arabistan önderliğinde Arap devletler, İran'ın artan etkisini önlemek, Irak ve Lübnan'daki şiddeti kontrol altına almak ve Filistin çözümü için İsrail ve Amerikan Yahudilerine açıkça görüşme önerisinde bulundu... Suudi Arabistan, Katar ve BAE, İsrail ve Amerika'daki İsrail yanlısı Yahudi gruplarla temasa önayak oldular.”
BAE yönetimi, İsrail destekçisi 51 üyeden oluşan Büyük Amerikan Yahudileri Örgütleri Başkanları Konferansı'ndan delegeleri ülkesine davet etti.(S.Barbara 12 Şubat 2007 "Arabs try outreach to Israel, U.S. Jews". USA Today)
Bölgenin Osmanlı yönetiminde olduğu dönemde sahil şeyhlerinin İngilizlerle gizlice yaptıkları saldırmazlık antlaşmalarını da hatırlatırsak kompozisyon biraz daha anlaşılır hale gelir. (Trucial States, el-İmârâtü’l-mütesâliha 1820)
Filistin’in elden çıkışını ve Ortadoğu’nun kaderi olan istikrarsızlığı göz önünde tutarak değerlendirelim yazılanları. Elbette İslam ülkelerinin kemdi müstakil politikalarıyla güçlü ve dirayetli olmasını isteriz. Uluslararası emperyalizmin elinde kardeşlerine karşı bir oyuncak olmasından da ancak üzüntü duyarız. Hedef; İslam ülkeleri arasında siyasi, askeri, ekonomi, eğitim ve diplomasi alanlarında kalıcı birliktelikler oluşturmak olmalıdır. Bu mümkün değilse bile birbirleriyle rekabetten uzak durulması gerekmektedir.