Elbette demokrasi birinin yaptığını diğerinin bozduğu rejimin adı değildir. En azından böyle bir uygulamaya demokrasi denemez. Kuralların tam oturtulamadığı, kurumlar arasında yetki paylaşımının sınırlarının net bir şekilde belirlenemediği ülkelerdeki rejimler demokrasi olarak tarif edilseler de uygulamada ortaya ne olduğu belli olmayan bir yapı çıkıyor.
Demokrasi; hukukun üstünlüğünün esas olduğu, kanunların siyasi görüşü, inancı, ideolojisi ne olursa olsun herkese eşit uygulandığı bir rejimin adıdır. Böyle bir ülkede kesinlikle kurumlar arasında gövde gösterisi olmaz, kanunlar ve hukuk kuralları içinde tüm kurumların görev ve yetkileri belirlenmiştir. Bir kurumun bir başka kurumun yetki alanına girmesi söz konusu olamaz. Bunun da ötesinde demokrasilerde hemen her konuda son sözü kimin ya da hangi kurumun söyleyeceği bellidir. Çünkü, bu rejimlerde tartışmasız olarak son sözü söyleme hakkı millete aittir. Milletin bu hakkının elinden alındığı rejimi siz istediğiniz kadar demokrasi olarak tarif ediniz sadece kendinizi kandırmış olursunuz.
Böyle olunca da hiçbir gerekçe ile hiçbir kurumun darbe yapması söz konusu olamaz. Darbeler dönemleri hukukun rafa kaldırıldığı, gücü elinde bulunduranların dediğinin olduğu dönemlerdir. Böyle olunca da özellikle her ne sebeple olursa olsun hukuk ve kanun adamları darbecilerle aynı safta yer alamazlar. Böyle bir şey düşünülemez bile. Ama ülkemizde sürekli olarak darbeleri ya da darbe hazırlıklarını tartışıyoruz. Sürekli olarak darbelerin tartışıldığı bir ülkedeki rejimin demokrasi olarak tarif edilmesi en hafif deyimi ile kitleleri ya da dünya kamuoyunu kandırmak anlamına gelir.
Bu bakımdan öncelikli sorunumuz hukuk kuralları içinde ve halkın istekleri doğrultusunda ya demokrasi yerleştirilecek ve iki yüzlü bir görüntüye son verilecektir ya da artık bir yandan demokrasi şarkısını dilimizden düşürmezken öbür yandan da toplumu kurumlar arsındaki güç gösterisi altında psikolojik olarak ezilmekten kurtarmak durumundayız.
Çünkü gücü elinde bulunduran ya da bazı kurumlarda çoğunluğu sağlamış olanlar mevcut yasaları istedikler gibi yorumlayarak ideolojileri ve siyasi yaklaşımları doğrultusunda millet iradesini ve arzularını hiçe sayarak meselleri çözüme kavuşturuyorlarsa, bir diğer ifade ile kararlarda keyfilik ön plana çıkıyorsa bunun oluşturduğu stres, insanımızın büyük bir bölümünün içine sürüklendiği ezilmişlik ve itilmişlik psikolojisi ile ne milli birlik sağlanabilir ne de ülkemiz dünya milletleri arasındaki hakkı olan konuma gelebilir. Çünkü, enerjimizi kendi içimizde kurumlar arasındaki boğuşma ile tüketiyoruz. Denebilir ki ülkemizde alınan kararlarda ülkenin ve insanımızın çıkarları değil bir takım kimselerin heves ve arzuları hakim olmaktadır.
Kısacası ülkemizi ne yapıp edip birinin yaptığını diğerinin bozduğu bir görünümden kurtarmak durumundayız. Haksızlıkların önlenmesini yargı kurumu sağlayacaktır. Buna kimsenin itirazı olamaz. Ama verilen her kararın milletin içine sinebilmesi için kurumların verdikleri kararların birbiri ile çelişmemesi gerekir. Bir kararda ak derken aynı konuda bir başka kararda kara deniyorsa ve birde bu kararların değişiminde iktidarda bulunanların fikri yapısı etkili oluyorsa ya da böyle bir görüntü ortaya çıkıyorsa millet hakkını aramak için kime başvuracaktır.
Yani son sözü söyleyen tek bir güç olmalıdır. O güç ise demokrasilerde millettir. Demokrasiden yana olacaksak son sözü milletin söyleyeceğini kabul etmek durumundayız. Eğer milletin son sözü söylemesi işimize gelmiyorsa ille de demokrasi diye ortalıkta dolaşıp durmanın anlamı yoktur.