Karşılıklı çekişmeden durup halimize, insanımızın içine yuvarlandığı duruma bakmak ihtiyacı duymuyoruz. Her gün gazete sayfaları pek çok cinayet, tecavüz ve çeşitli suçlarla ilgili haberlerle doluyor. Olayları sadece haber olarak veriyor ancak bunların sebepleri üzerinde durmuyoruz. İnsanımızı ve ülkemizi bu çürümüşlükten nasıl kurtarabileceğimiz üzerinde düşünmüyoruz. Sanki bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı medyamıza da hakim. Halbuki bir gün o yılan sana da bana da dokunabilir, hatta dokunması kaçınılmazdır.
Haber Türk Gazetesi dün birinci sayfasını büyük bölümünü üç başlığa ayırmıştı. Bu başlıklar; "Askere bak", "Polise bak" ve "Adalete bak" şeklindeydi. Olayları izah bakımından başlıklar ve sayfa düzeni 'cuk' diye oturmuştu. Ancak başka bakacağımız yerlerin de olduğunu unutmamak kaydıyla. Söz gelimi medya; asker, polis ve adalet mekanizmasından çok farklı bir noktada mı? Ya toplum. Toplum gerçekten hak ve adalet ölçüsünü içine sindirmiş her türlü haksızlığın karşısında durabiliyor mu? Durmaya kalkışanlar konumlarını koruyabiliyorlar mı?
Kısacası ülkemizdeki olumsuzlukları aktarırken niçin hep tek yüzüne bakarız? Niçin olayın derinine inip gerçek sorunu bulmaya çalışmayız? Unutmamak gerekir ki devlet mekanizmalarında görev yapanlar bu toplumun içinden çıkmışlardır. Diyebiliriz ki bazı kurumlardaki usulsüzlük ve yanlışlar toplumun yüzüne ayna tutmaktadır. Ne var ki millet olarak o aynaya bakmaktan korkuyoruz. Çünkü aynaya baktığımızda biliyoruz ki kendi yüzümüzü göreceğiz.
Yıllarca cinsel serbesti çağdaşlığın bir simgesi olarak takdim edildi. Geçmişte çok seyrek yaşanan bir takım cinsel kökenli cinayet ve tacizler günümüzde artık toplumun tüm katmalarını sarmış haldedir. Köyden şehire, okumuşundan cahiline kadar uzanan bir yelpazeye yayılmış durumda. Rüşvet olayları ise artık sıradan hale geldi. Çeteler kol geziyor. Bu çetelerin kimisi senet tahsilatı, kimisi, tetikçilik yapıyor. Kimisi de kadın ticareti ile meşgul.
Kısacası toplumda bir çözülme yaşanıyor. Bundan kurtulmanın yolu ise bu çözülmenin sebebini doğru teşhis etmekten geçiyor. Ama bu konuları kesinlikle tartışmıyoruz, tartışamıyoruz. Söz gelimi "Toplumsal çözülmede uygulanmakta vahşi kapitalizmin rolü nedir?" sorusuna cevap aramıyoruz. Halbuki tartışabilsek, söz gelimi "Toplumsal çözülmede maneviyatın rolü nedir?" sorusunun cevabı bulunsa bu doğrultuda alınacak bir takım tedbirler ve yeni düzenlemelerle belki biraz olsun mesafe alınabilir.
Hala tek tip adam yetiştirmenin peşindeyiz. İstiyoruz ki herkes aynı olsun. Hala bazılarına göre toplumdan dini söküp atmak gerekiyor. İnsanlar kendilerini bağlayan bazı kurallardan kurtulsunlar, başı boş hale gelsinler isteniyor. Bir türlü başı boşluğun toplumdaki çözülmeyi hızlandırdığını görmek istemiyoruz. Geçmişte en azından çevresinden utancından dolayı bazı davranışlardan kendini korumaya çalışan insanımızın üzerinden bu toplum denetiminin kalkması ile kendini sorumsuz ve başıboış hissetmesinin sonuçlarını incelemiyoruz. İncelemeye gerek duymuyoruz. Artık toplumda gemisini kurtaran kaptan anlayışı hakim. Polise yakalanma, yargıya düşme, eğer yakalanırsan bir yolunu bulabilirsen her şey yapabilirsin anlayışı hakim. Günümüzde insanların yüreklerindeki onları sürekli denetim altında tutan güç giderek devre dışı bırakılıyor. Çağdaşlığın ilk şartı fertleri dinden uzaklaştırmak gibi takdim ediliyor. Halbuki çağdaş denilen toplumlara bakıldığında o toplumlarda da yeniden bir dine dönüşün geliştiğini görüyoruz.
Kısacası artık birbirimizi mat etme kavgasından vazgeçerek önce kendi kendimizi gözden geçirmemiz sonra da toplumun içinde bulunduğu durumu değerlendirmemiz lazım.
Ortaya çıkan bir takım olaylara bakarak bazı kurumları ve kişileri suçlayarak işin içinden çıkmak mümkün değildir.