BİR TUTAM MOLA

Fatma Ç. KABADAYI

 

 

Bu kez sizlerle bir öykümü paylaşmak istedim. İnşallah beğenirsiniz.

 

BADEM ŞEKERİ

 

Çocuk annesinin elinden tutmuş, kalabalık sokakta ona buna çarparak ilerlemeye çalışıyordu. Vitrinde gördüğü badem şekeri açlığını iyice kamçılamıştı. İstedi fakat annesi duymadı, oğluna daha hızlı yürümesini söyledi. Mahmut ağlamaya başladığında ne istediğini sorabilmiş, geride kalan vitrine bakmış fakat alamayacağını yanında fazla parası olmadığını söyleyerek yoluna devam etmişti.

 

Nasıl olsundu ki? Evin ihtiyacı mı bitiyordu? Paranın zaten değeri bile yoktu son zamanlarda. Birini alsa diğer ikisi kalıyordu. Üç çocuğun masrafı, tek maaşla kolay mıydı? Ne diye eşinin aklına uyup üç çocuk yapmıştı ki? Güya birinin kıyafetleriyle diğeri de büyür, Allah elbet kısmetlerini verirdi. Hadi ev kira olmasa asgari ücret az çok yeterdi ama kiraydı işte. Üstelik o harabe eve maaşın üçte birini veriyor olmak kadına da eşine de çok dokunuyordu. Kalan para, elektrik, su, okul masrafları derken mutfak harcaması bile kısıtlanıyordu. Kurban bayramları olmasa, konu komşu et getirmese et aldıkları da yoktu.

Hele okul masrafı… Liseye giden kızının sık sık kaçan çorabı bile sinirini bozuyordu. Ucuna attığı düğümlerle ancak üç hafta giyebiliyordu bir çorabı. Onun küçüğü Engin ise arkadaşlarıyla çok takılır olmaya başlamıştı. Sokakta top oynamaktan yırtılan ayakkabısı dikilmekten dar gelmeye başlamıştı yine. Bir de bu küçüğün her gördüğünü istemesi yok muydu? Kadın iyice çileden çıkıyordu.

Bugün çarşı ne kadar da kalabalıktı. Bu çocuğun ağlama sesi beyninde de yankılanıyor, yanından geçenler çocuğun ağlamasına aldırmadan onu çekiştiren annesine kim bilir ne kadar vurdumduymaz bir ana gözüyle bakıyorlardı;

—Sus dedim, eve gidiyoruz. Yol parası da kalmadı bak, yürüyeceğiz işte.

Aslında vardı bir lirası ama o paraya akşam için ekmek alacaktı. Dün gece kocası yine vardiyadaydı. Fabrikada çalışıyordu. Ne gecesi ne gündüzü belliydi. Kadın elinden gelse bir işe girerdi ya tahsili yoktu. Birkaç kez temizlik işine gitmişti de ne olmuştu? Ya hırsız diye suçlanmıştı ya hak ettiğini vermeden yollamışlardı.

Yol yürümekten hiç mecali kalmayan çocuk, eve gidene kadar beyaz şeker diye ağlamış, annesinden de hayli dayak yemişti. Gecekonduları mahallenin kenarında yakında yıkım gelecek olan evlerin arasındaydı. Yan komşusu onu görünce biraz soluklanması için davet edince beş dakika bahçede kurulu masa etrafında oturmaya karar verdi.

Mahmut’un eli annesinin elinde saatlerce kalmaktan kırış kırış olmuştu. Bırakır bırakmaz duvar dibine oturup önce akan burnunu koluna sildi, ardından da gözyaşlarını.

—Beyaz şeker istiyorum, dedi yeniden.

Annesi duymadı. Çarşıda yatırdığı faturaları, çocukla gitmenin yorucu olduğunu anlattı komşusuna. Kadının genç kızı çocuğu duymuş, evden getirdiği akide şekerini uzatmıştı ama o omuz silmişti. Onun istediği o değildi ki. Ne kadar ısrar ettiyse de çocuğa şeker aldıramadı. Gözleri ağlamaktan küçülmüş, kızarmıştı. Annesi yorgunluğundan çocuğunu umursamaz bir halde komşusundan müsaade isteyip kalktı.

 

Eve geldiklerinde çocuk hâlâ badem şekeri istiyordu. Kadın çocuğun inadından ve ısrarından iyice bunalmıştı ama elinden bir şey gelmiyordu. Ders çalışan kızına parası olup olmadığını sordu. Yoktu. Oğluna sordu, yarın için sınav parası vardı sadece. Onu da zaten veremezdi.

Kadın yemeğini yaparken Mahmut yorgunluktan büzüştüğü eski minderin üzerinde uyuyakalmıştı. Annesi üzerini örttü. Daha beş yaşına yeni girmişti. Babasının eğri büğrü kestiği kısa saçları, geçen yıl alınan artık kısa gelen mavi pantolonuyla ne kadar da iç acıtıcıydı. Ona şimdi bir çuval dolusu Badem şekeri vermeyi ne kadar isterdi ama çaresizlik diz boyu idi. Acaba komşudan borç para mı alsaydı? Böyle bir şey için de borç istenmezdi ki. Bakkala borçları zaten hayliceydi, bir de badem şekeri var mı diye gitse adam haklı olarak iyice surat asacaktı. Varsa da yok diyecekti. Çocuğun canı çok istemişti biliyordu, annesinin dediği aklına geldi; “Maazallah bir yeri şişer, azda olsa canının istediğini alın kızım!”

            Eşini aradı. İşyerinde birine ulaşmak öyle kolay değildi. On dakika sonra tekrar aradığında gelirken badem şekeri alıp alamayacağını sordu. Çalışmaktan iyice yorgun olan eşi, bunun için mi aradın diye kızmış, bağırmış ve telefonu kapatmıştı.

            Akşama doğru Mahmut uyanmış, annesinin kendisine verdiği ekmek sokumunu da yememişti. Badem şekeri istiyordu canı, sadece badem şekeri.

            —Hani dışı kıtır kıtır, içinde badem saklı olan var ya anne, ondan…

            Elbette biliyordu annesi. Vitrin camında göstermişti zaten Mahmut. Aklına küçükken komşu çocuğunun elinde gördüğü pembe şekerler gelmişti. Yanında yemişti de ona vermemişti komşu kızı. Ne kadar da lezzetli görünüyordu. Annesi şekere masum bakışını görünce yanına çağırmış tavada şeker ve yağ ile kendisine şeker yapıp çubuk takarak uzatmıştı. Gönlü geçmişti kendisinin ama şimdi Mahmut için ne yapabilirdi ki? O beyaz şeker istiyordu, badem şekeri.

            Birazdan eşi gelecekti. Ondan para alıp hemen çarşıya gitmeliydi. Daha şekerciler kapanmazdı ya. Mutlaka biri açık olurdu. Bir avuç da olsa Mahmut’una badem şekeri alıp gelecekti.

Eşi eve geldiğinde yine hayal kırıklığı yaşandı. Yer sofrasını kurarken çocuğun canının istediğini ama parası olmadığından alamadığını söyledi. Şekerciden birkaç tane istemek zaten olacak iş değildi. Süleyman dün işe giderken bakkalın kendisini çevirdiğini bütün parayı ona verdiğini bir kuruşu kalmadığını anlatırken hem üzülüyor hem de borcun bitmemiş olmasına sinirleniyordu.

            —Satacak bir şeyimiz olsa keşke… Şu eski sobayı eskiciye versek mi?

            —Neyle ısınacaksın kışın? Badem şekeriyle mi? Bir daha soba alacak durumumuz yok, birkaç yıl idare eder bu soba, dedi Süleyman.

            —Arkadaşından alsan, aylığında öderiz.

            Süleyman hanımına ters ters baktı. Kimde para vardı da kimden alacaktı? Kemal’den aldığını üç aydır verememiş, Âdem’den üç kez borç istediği halde hiç alamamıştı. Parasızlığın gözü kör olsun diye düşünüyordu.

Mahmut o gece çok geç uyudu. Televizyonda gördüğü hiçbir şeyi gösterip bana da alın dememişti o gece. Oysa her zaman alınmayacağını bile bile isterdi. Annesi onun için evdeki malzemelerden çubuklu şeker yapmıştı ama O istememişti. Bu kırmızıydı O içi bademli olan badem şekerinden istiyordu.

Ertesi sabah Mahmut şekeri unutmuş gibiydi ama annesi unutmamıştı. En çok da çarşıdan gelirken haksız yere vurduğu o tokatlar için üzülüyordu. Sabaha kadar gözüne uyku girmemişti. Bütün gece maaşa kadar nerden para bulabileceğini düşünmüş işin içinden de çıkamamıştı. Çeyizinde de satacak bir şeyi kalmamıştı, en son oğlunun masrafları için bütün oyalı yazmalarını bir tuhafiyeye çok ucuza vermiş, ona da içi kaç gün yanmıştı. Bir günlüğüne temizliğe giderdi ya çağıran da yoktu ki. Komşu Neriman uğradığında ondan kolundaki bileziği isteyecek gibi oldu, söyleyemedi Borç istemek ne kadar da zordu böyle. Hem Neriman da geçen aylarda paraya çok ihtiyacı olduğu halde bileziğini bozdurmaya kıyamamıştı, şimdi bunu bile bile nasıl isteyecekti? İsteyemedi. Onun anlattıklarını dinlerken bile Mahmut’a nasıl badem şekeri alacağını düşündü durdu.

Eşi bugün gündüz çalışıyordu. O gelince birlikte kendi köylerinden olan Kasım Ağabeylerine gitseler, hem ziyaret edip hem de sıkıntılarını söyleseler ne iyi olacaktı? O az da olsa muhakkak biraz borç verirdi. Geçen yıl kızının koluna dikiş attırdıklarında ondan borç almışlardı. Bunu daha önceden neden akıl edememişti ki? Gülümsemeye başladı kendi kendine.

Akşama doğru eşini dört gözle bekledi. Pişirdiği bulgur çorbası beklemekten koyulaşmış, çocuklar acıktığını söylemekten halsiz düşmüşlerdi. Öyle ayrı ayrı sofra kurulamazdı ya. Birlikte yemekte bereket vardır diyerek bekletiyordu onları. Vakit haylice ilerlediğinden çocuklarına kurdu sofrayı. Eşi hâlâ gelmemişti. Gece yarısına kadar bekledi. Nerdeydi bu adam? Yoksa borç para mı bulmaya gitmişti?

 

 

 

Mahmut, avucundaki badem şekerlerini iyice sıkmış, henüz bir tane bile yiyememişti. Gözyaşları yine akıyordu. Annesi üzüntüyle kolundan çekiştirmiş, ufak bir cimdik atmış,  kulağına fısıldamıştı.

—Ne vardı bütün gece beyaz şeker diye sayıklayacak, gördüğü rüyaya bak çocuğun, senin yüzünden oldu bütün bunlar, eşek sıpası! Mahmut, neler olduğunu anlamamış ama canı yanmıştı. Sahiden Mahmut’un yüzünden mi olmuştu bütün bunlar? Yoksa suçlu başkası mıydı?

Hâkim elindeki tokmağı masaya sertçe vurdu.

—Sessizlik!

Mahkeme salonunda Süleyman’ın eşi, çocukları, köylüleri Kasım Ağabey, baronun verdiği avukat vardı.

—Karar, dedi Hâkim, “Süleyman Karaman’ın Cumhuriyet Mahallesi, 12. sokakta bulunan Can Şekerleme’nin vitrin camlarını kırarak üç yüz gram ağırlığında badem şekeri aldığı görgü tanıkları ve sanığın itirafıyla da sabit bulunduğundan, 141. maddeye göre zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden aldığı tespit olunup, üç yıl kadar ağır hapis cezası, hafifletici sebeplerden cezanın iki yıl bir aya indirilmesine, dört yüz lira para cezasına çarptırılmasına…”

  

 

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.