Gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkma huyu olduğunu bilirseniz hayata karşı daha tahammüllü oluyorsunuz. Yoksa hergün bir köşeden paçanıza saldıranları kışkışlayacağım diye ömür tüketmenin bir anlamı olmazdı. Her yönüyle sinir törpüsü olan gazetecilik mesleğini benim için çekilir kılan da sonunda aldığım tatmin hissi...
Şu küfürler ve bühtanları, şimdilerde 80'li yaşlarını sürdüren biri, kendisinden daha yaşlı bir gazetede benim için kusmuştu: “Bay müfteri... İftiracı... Neyin nesi ise... Boş atıp dolu tutma çabası... Yalanlar... Bazı meslektaşlarımın kendisine neden 'liboş' dediklerini bilemediğim bu müfteri... Komplo teorisyeni... Elleri karalı... Bay dedektif... Paranoya mantığı... Bu yaşta bu zekâ... Zehir gibi bir hafiye olmak isterken nasılsa gazeteci olan kişi...”
Bayağı zengin bir küfür hazinesi olduğu, kendisini biraz rahat hissetse kimbilir daha neler diyeceği belli...
Küfürleri ve bühtanları hak etmek için ne yapmışım? Kabahatim, küfürlerin sahibi Orhan Birgit'in yakın siyasi tarihimizin bir çok alengirli olayı içerisinde ön safta bulunduğunu yazmak... Bir ara CHP'den milletvekilliği ve bakanlık da yapmış olan, şimdilerde Aydın Doğan Vakfı başkanlığını yürüten Orhan Birgit, 1945 Tan Matbaası baskınında bulunmuştu ve 6/7 Eylül 1955 olaylarının organizatörü Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin 2. Başkanıydı.
Üç satırlık bir cümlede özetleyiverdiğim olayların ülkenin başına açtığı rahneleri bir düşünün... Kendisinin o iki olayın içerisinde yer aldığı bilgisine bir arkeolog gibi çalışarak ulaştığımı en iyi Orhan Birgit tahmin etmiştir.
Tan gazetesi baskınındaki rolünü küfürler arasında şöyle küçümsediğini hatırlatayım: “Ben o olayda yargılanmak şöyle dursun, polis tarafından sorguya bile çekilmedim. Niçin yargılanacaktım ki?.. 18 yaşındayım ve İstanbul'a geleli iki ay kadar olmuş. Hukuk Fakültesi'nin birinci sınıfındaydım. O sabah 'Anayasa Dersi' ne giren bir son sınıf öğrencisi, büyük amfideki öğrencilere Hüseyin Cahit Yalçın'ın, 'Kalkın Ey Ehli Vatan' adlı başyazısını okuyarak Beyazıt alanındaki mitinge çağırdı. Ben de gidenler arasındaydım.”
6-7 Eylül'deki rolünü de fazla önemli bulmuyordu bana cevap yetiştirdiği 2005 eylül ayında: “6-7 Eylül 2005'te kimi sözde araştırmacılardaki salgın modaya uyarak, Taha Bey de 50 yıl önceki çapulculuk olayında Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin belirgin rol oynadığı paranoyasından kurtaramıyor kendisini. / Kıbrıs Türktür Davası'nda tanıdığım; dostluğunu, hatta arkadaşlığını kazandığım rahmetli hukukçu Fahri Çoker'in yayımlanan arşivinde, Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin tüzelkişilik olarak suçlandığı tek paragraf bulamayacaktır hiç kimse..”
Bunlar, dediğim gibi, 2005 yılında çiziktirdiği satırlar. Aynı kişi bu pazar günü Vatan gazetesinden Sanem Altan'a konuşurken farklı roller biçiyor kendisine ve dahası, şu ana kadar örtülü kalmış bir başka olaydaki belirleyici rolünü de pattadanak kendisi ifşa ediyor:
Okuyalım mı?
1945 Aralık ayındaki Tan gazetesi baskınına katıldı mı? “Tan gazetesinde varım ama ne olduğunu bilmiyorum bile. Kalabalıkla gidiyorum. Masumum ama o olaydan bana bir miras kaldı. Talebe birlikleriyle tanıştım ve içime virüs girdi kabul ediyorum. İlhan Selçuk ve Süleyman Demirel de varmış orada. Ali İhsan Göğüş vardı, sınıfça bizden büyük olduğu için daha aktifti.”
6/7 Eylül'ü eylemcilerini tahrik eden bildiriyi yazması hakkında: “Yazmaz olaydım. Marks'ın işçiler için çizdiği 'zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok' lafından alıntı yapıp, 'zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz yok, saflarınızı sıklaştırın' diye bir tabir kullandım. Başka şeyler de yazdım ama hatırlamıyorum şimdi. Ertesi gün halka ulaştı zaten o bildiri.”
“Olaylarda kullanıldınız mı?” sorusuna cevabı: “Mağdur olduk. Kullanılmadık ama yapmadığımız bir işten haksız suçlandık. 'Keşke yapsaydım' dediğim çok olmuştur. Devletin ulusal ilişkilerini tehlikeye atmaktan idamla tutuklandık. Ve kötü muamele gördük. Bu haksızlığa kızdım tabii. Silahı temizleyeyim derken yanınızdaki adamı vurmuşsunuz, silah yanlış patlamış. Hükümet kızgın, suçlu bulacak.”
Ve durduk yerde, kendiliğinden Türk siyasi tarihinin bir başka olayındaki payını fâş etmesi: “28 Nisan 1960 olaylarını ise itiraf ediyorum ki organize ettim. Perde arkasındayım o işin. Öğrencilerin gösteri yapmasını istiyorduk biz. Ne yapacaklardı 'Katiller, diktatörler' diye bağıracaklardı, nümayiş yapacaklardı.”
Birkaç yıl önce şimdi kendisinin itiraf ettiklerini yazıyorum diye üzerime bir sürü küfür kusan Orhan Birgit'e şimdi ben ne diyeyim?
En iyisi kendisini uykusuz geçirdiği gecelerle başbaşa bırakayım...