Tövbe etmeye yemin etmiş bir tabancadan kopup gidenin geri dönüşü yok biliyorsun. Yaşananlardan hiç biri için geriye dönüp bakmanın anlamı yok. Olan oldu. Kırılan cam parçalarını toplamak vakti artık. Elleri kanayanlarının sayısı yüreğinde, bir o kadar daha kanayanları olsun diye düşünmemen için senin, toplamanı bekliyor kırıklarını camın. Yanlış yolları da aydınlatıyor diye güneş; kızıp, küsüp, kırılıp, kırdınsa seni, sonuç hanendeki sayıların hiç birinin sana yüz tam puan getirmeyeceğini öğrenmiş olmalısın.
Sana hep söylüyorum ya dostum, yüreğin yarınlara bilensin…
Sorun tövbe etmek mi, neye tövbe ettiğini bilmek mi, yoksa ne kadarına tövbe ettiğini bilmek mi diye sorduğunda sorgu meleklerin sana, bu sorunun cevabını vermeden evvel eğer, inanmak kâselerini boş getirmemişsen eyvallahı bol bu köyün pınar başına, sorma sakın hiçbir soruyu boş yere. Bir defa sen, bu kapıdan girmeden evvel, tüm eğrilerini bırakmalısın kapıda diyen derviş dergâhına Yunus’un, eğri odunlarla girmemek için ellerini uzattığı o inanca yaslamalısın kendini.
Sen, rahmet güzeli, inandığın onca sözün seni, yıpratıp, yıkıp, yakıp, bıraktığını biliyorsun elbet. Tecrüben derin, yaran taze, acın çok. Ne var ki taşınacak bir yük de değil artık senin için bu; hem değecek ederi yok, hem, dermanın yok…
Güç bela sırtlayıp getirdiğin bu yükü artık, kimseye eyvallahın olmadan sen, bırakmanın vakti geldiğini, bilmelisin. Görevini yaptın gayri. Doğru mekâna, doğru zemine hatta hatta doğru âna taşıdın yükünü. Bi can vermiş Rabbim sana, bir de iman, gerisine merhamet gösterme artık, dileme artık bir zerre aman.
Uzun bir yol bu yürüdüğün, konuşmaktan imtina etmediğin her köşe başı bekçisinin sana, yanlış yollar tarif edebilme ihtimalini göze almazsan eğer, çok çamurlu yollara sürülür ayakların, çok geri dönüşler yaşarsın, çok kayboluşlara hapsedip kendini, kaçış planları yaparsın.
Sevgili, nurlu sabahların ay ışığı, dalgaların omzuna örtündüğü yakamoz, elinde bir adres var, bir yol haritası, bir kutup yıldızı. Yürü işte, niye bu kadar acı yükleniyorsun ki?
İyi ol, doğru söyle, iman et ve şükret. Bin dört yüz küsur yıllık bir mesaj bu. Sonrası yürümek işte. Seferî de olsan tazelemek inancını, vakit duraklarında mola vermek, duayı ihmal etmemek… Sonrası neler olup bittiğini görerek âlemde haline şükretmek, şükrüne hâl getirmek.
Ben, sana, yaşadığın hikâyelerin özetlerini bile unutmalısın diye, hikâye okumaktan vazgeçerek emekliliğini istemiş kütüphane memuru gibi bir yeni bırakıp gittim bugün. Yazdığı her bir yazının ardından, bir umudu daha intihara sürüklediğini fark ettiğimden beri bu yolda, o tereddüt adlı yazarın kitaplarını artık, okumuyorum. İnancım tam yarına, ümidim tam sen gitmeden evvel gideceğim o yolculuktaki şüphe kovucularına.
Şimdi, tam da bu evresine hayatın, kendini bileyerek gelmişsen eğer sen, sosyete pazarındaki incik boncuk satıcılarının yalanları kadar bile masum bir yalana yer bırakmadan atmalısın adımlarını. Biz, kutlu bir yarın düşlüyorsak eğer, ayların en güzeli diye şevval, bir büyük hayali tam o ayın ilk günleri için düşlüyorsak; beş vakit namazın beş kişilik bir cemaatle kılındığı camilerdeki cami halılarının her bir köşesini şahit tutmak istiyoruz dualarımıza. Eksik hiçbir şey kalmasın diye doldurarak hayatımızdaki boşlukları, adım adım yürümeye çıkıyoruz artık.
Unutma, bir şubat yangını yaşadı mevsimleri gecenin, ürperttiği her zerresi teninin serin bir ateş hissetti içinde. On kısa güne sıkıştırılmış bir cihan savaşında sulhûn imzalandığı dem. Yağdırmadığı yağmurdan sebep Rabb’imin, yangını, kül etti her şeyi. Sil baştan yaşamalısın diye belki, tertemiz bir yürek bırakıp da sana, bir şubat yangına uyandı mevsimleri sabahın.
Ellerindeki iki küçük sıcacık ekmeği, fırından getirirken, ev yolunda, uçlarından koparıp koparmamak arası tereddüdü, “bunu bulamayanlar da var oğlum, sözünü kulağına küpe etmiş” bir çocuğun yaşadığı kadar asil, derin ve yüce yaşayacağın acabaların olduğu müddetçe sen, içlerinden doğruları çekmeyi tek tek, başaracaksın eminim. Biliyorsun ya eğer, ellerinde oluşan her bir izi insan, kendi hanesinin tecrübe sahifelerinden biri gibi görmüyorsa eğer, yazık oluyor demektir zamanın taşıttığı yüke.
Düşünsene bir, güç bela bulduğun bir adreste karşılaşmayı umduğun kişinin, sen gelmeden hemen evvel taşınıp gittiğini bilmek ne acı. Ayakkabılarını bağlayayım diye sen, eğildiğin birkaç saniyelik anda, ‘’yıllar sonrana yazılmış olanın” geçip gittiğini yanından, bilmeden doğrulduğunda; rüzgara karşı yürürken, bağcıksız bir ayakkabı giydiğin güne rast gelmesi için onun, dua ettiğini bilmeden yaşamak aslında, ne acı. Alışılabilir durumların en zoru, veda gibi, ölüm gibi bir şey.
Bu acıyı yaşamıyor oluşuna şükredip de sen, eşiğinde beklediğin o kapının zilini çalmadan evvel, çeki düzen vermeyi düşünmeden üstüne, en hoş tebessümünü takın sade. İçeride bir bayram havası var, ortalık çiçek gibi kokulu. Yıllardır özlenen davetliyi karşılamak için hiçbir şey eksik edilmeden bekleniyor gelen. Bu kapıdan girişindir beklenen. Hani o, söylenecek sözlerin tepsisinde taşınan hayatın ikramını reddetmemek için sen, bir Zülfikar selamı aldığımız son deminde günün, girdiğin bu kapıdan semaya bakıp, bir gamze taşıdın ya yüzünde; tam da bu yüzden işte, bu yürek, yemyeşil bir sâda varken, kapalı kapılar ardına sığmazdı zaten…
Ölmek için, atmayan bir yüreğe ihtiyacı yok insanın; olmadığın bir yarının hayalini emret, kâfi.
Bize ulaşın:
mkarakoyunlu@hotmail.com.tr