Savaş hazırlıklarının tüm hızıyla devam ettiği, nükleer saldırının bile pervasızca dile getirilebildiği, kendisi tehdit iken başkalarını tehdit ilan etmenin yadırganmadığı, bölge dışından gelen barış projelerinin bile ayrışmayı ve çatışmayı provoke ettiği, siyasi bunalımdan ekonomik krize kadar yeryüzünün genelde büyük sarsıntılarla yüzleşme ihtimalinin güç kazandığı bir dönemde, 21. yüzyıla ayarlı bütün planlamaların merkezinde yer alan bu coğrafyada barış ya da en azından etkili diyalog söz konusu olabilir mi?
Buna "evet" demek için çok fazla gerekçemiz var. Siyasi gerekçemiz var, ekonomik gerekçemiz var, kültürel gerekçemiz var, kendi geleceğimizle bağlantılı gerekçelerimiz var, bu toprakların ve şehirlerin insanlarıyla birlikte yaşadığı trajedilere son verme arzusuyla bağlantılı gerekçelerimiz var. Ülkelerin, şehirlerin, sokakların ve evlerin bölünmesini, ayrışmasını, onlarca yıl sürecek ve toplumsal hafızamızda derin izler bırakacak düşmanlıkların önüne geçme hayallerimiz var, olmalı.
Ancak ister barış için olsun ister diyalog için olsun isterse çatışmayı önleme amacıyla olsun; "Osmanlı" ifadesini gören bir çok kişinin tüylerinin diken diken olacağı bir gerçek. Kimi bu arayışı Cumhuriyet için tehdit olarak algılayacak, kimi saltanat isteği olarak görecek, kimi emperyal bir hırs olarak kabul edecek, kimi ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi ile karıştıracak. Yapmadılar mı? Bu ülkenin aydınları; ABD'nin güvenlik stratejilerini bu ülkeye ve bölgeye "Yeni Osmanlı Projesi" olarak tanıtmadılar mı? Kimileri de bu yolda yürüyenleri ABD, İngiltere veya Avrupa Birliği'nin Truva atı olarak görecek.
Gerçekten barış, diyalog arayanlarla, gerçekten yüzyıldır yapamadığımızı yapmaya çalışanlarla emperyal güçlerin ardına sığınıp "barış projeleri" önerenleri ayırmak elbette son derece zor olacak.
Bir Osmanlı Milletler Topluluğu, bir Yeni Osmanlı Misyonu, bir şanlı tarih hayali değil önerilen. Elbette bu bölgede siyasi, ekonomik ve kültürel alanda büyük projeler uygulanabilir. Kuzey Amerika'da, Avrupa Birliği örneğinde, Asya-Pasifik'teki örneklerde olduğu gibi, bölgesel işbirliği örnekleri sergilenebilir. Gümrük birlikleri, siyasi ortaklıklar, kültürel iletişim, kaynakların elverişli kullanılabilmesi ve güvenlik alanında parlak işbirliği alanları oluşturulabilir.
Ama söylemek istediğim bu değil. Bütün bunların ötesinde, sadece konuşabilmek için, sadece ortak bir iletişim kanalı oluşturabilmek için, sadece krizleri önlemeye yönelik öneriler geliştirmek için, yıllardır bize önerilen barış ve dönüşüm projelerinin yıkıcı sonuçlarını ortadan kaldırmak için, kendi önceliklerimize göre, ortak iyiliklerimiz için barış hareketleri, girişimleri geliştirmek zorundayız. Bu, bir varolma mücadelesidir.
Öncelikle bölgemizdeki bütün ortaklıkları ayrıştırmaya, ayrılıkları çatıştırmaya, bu çatışmadan güç elde etmeye dönük bölge dışı müdahalelere, siyasi projelere karşı bir barış dalgası hareket geçirilmeli. Özellikle 11 Eylül'den bu yana, Türkiye'nin de içinde bulunduğu coğrafyaya yönelik bütün uluslararası nitelikli girişimler ayrıştırıcı, kamplaştırıcı, yabancılaştırıcı ve güvenlik eksenli olmuştur. Etnik çatışma, mezhep çatışması, laik-İslamcı kavgası, kültürel ayrıştırma hatta Müslümanları kendi aralarında kategorilere ayıran çalışmalar olmuştur.
Kuzey Irak merkezli olarak Türkiye, İran, Suriye'de etnik çatışma, Filistin'de Hamas-El Fetih çatışması, Darfur'da Arap-Afrikalı çatışması, İran'da ayrıca Fars-Arap çatışması, Mısır'da Kıpti-Cezayir'de Berberi sorununu tahrik etme ve bütün bölgede Şii-Sünni gerilimi gibi bölgenin zaafları üzerinden bir dizayn çalışması yürütülmektedir.
İşte, bu uğursuz dalgayı tersyüz edecek bilinç harekatının kitleler düzeyinde harekete başlatılmasının ne kadar vahim önceliği sahip olduğu ortada. Bir hayal önermiyoruz. Mümkün olanın denenmesinde ısrar ediyoruz.
İki yıl önce korkunç bir çatışma yaşanan Lübnan'da istendiği zaman uzlaşma sağlanabiliyorsa, Cumhurbaşkanı seçilebiliyorsa, Şii-Sünni çatışması ve iç savaşın önüne geçilebiliyorsa, savaş beklerken bir iki hafta içinde anlaşma sağlanabiliyorsa bu mümkündür. ABD ve İsrail'in haritadan silmeye and içtiği Suriye ile İsrail Türkiye tarafından bir araya getirilebiliyorsa bu mümkün. Pazar günü Lübnan parlamentosundaki görüntünün mimarları, aynı şeyi Filistin iç çatışmasında, Irak'taki mezhep eksenli iç iktidar mücadelesinde de gösterebilir. Bölgesel dinamiklerin bile barış önerebildiğini, başarılı olabildiğini görüyoruz. Aynı dinamiklerin geniş barış perspektifleriyle hem bölge içi zaaf alanlarına hem de dışarıdan gelen yıkıcı tasarruflara müdahale alanının olduğunu fark ediyoruz.
O zaman: Öncelikle bölgesel dinamikleri bu yönde cesaretlendirmek, gerilimlerin bütün taraflarıyla diyalog içinde olan Türkiye'yi büyük barış harekatına yöneltmek için toplumsal destek oluşturulabilir. Ancak en önemlisi, devletlerin, yönetimlerin girişimlerinin ötesinde, bazen de onlara rağmen tarihi nitelik taşıyacak bir büyük yürüyüş başlatılabilir. Bu, acımasız bir dünya düzeni öngörenlere karşı en büyük direniş olacaktır.
ABD eski Başkanı Jimmy Carter, İsrail'in elinde 150 nükleer bomba olduğunu söylüyor. Bölgede 13 ülke resmen nükleer çalışmalara başladığını deklare etti. Kaynaklar ve hegemonya arayışları yüzünden öyle acımasız bir yıkım uygulanıyor ki, bırakın toplumları ve ülkeleri, aileler bile bölünür oldu.
Bu bölgenin ahmaklarının da yardımıyla 21. yüzyılı inşa etmeye girişenler bizim için 20. yüzyıldan daha beter bir gelecek tayin etmeye çalışıyorlar. Öyleyse biz buna direneceğiz. Bunu yaparken de, kendimizle barışacağız. Onlar savaş isterken bizler inadına kardeş olmanın yollarını arayacağız, aramalıyız. Başka da yol görünmüyor.
Adına ister "Osmanlı barışı" densin isterse başka bir isim bulunsun. Gerekirse acı fedakarlıklar yaparak kendi geleceğimizi kendimiz kurmak zorundayız. Çünkü başkalarının bizim için kurduğu bir gelecek yok!