Benim de yakinen tanıdığım ve sıkı okuyucularımdan biri olan bir Altan Amcamız var.
Kendisi Sivas’a bağlı Gürün ilçesinde 1942 yılında doğmuş. Gençken gurbete gitmiş. Ömrünün bir kısmını Avrupalar’da geçirmiş. Ama hiçbir zaman inancından ve kültüründen taviz vermemiş.
Beş vakit namazını neredeyse mescidlerde eda ediyor. Merhametli, naif, bilgisiyle yetinmeyen, olgun ve akil bir insan. Hayatı boyunca tek gayesi gençler ve çocuklar olmuş. Kendisine bunun sebebini sorduğumda bir sabah namazı camiden çıkarken gördüğü sokak çocuklarını görünce çok etkilenmiş ve ilk etapta bir anaokulu açmaya karar vermiş.
Açtığı anaokulunda eğitim gören binlerce çocuk onun sayesinde kültürümüzden nice şeyler öğrendi. Ve hâlâ da öğreniyorlar…
Yaşı yetmişe dayanmış ama öğrenme açlığı hissediyor her zaman. Bilgisayar öğrenme konusunda inat etti ve birkaç sene içinde bilgisayar ve internet ile ilgili çoğu bilgileri öğrendi.
Bu yaşına rağmen tüm gençlere örnek olacak şekilde interneti kullanıyor. Vaktini boşa harcamıyor. Gün olmuyor ki bana ondan güzel güzel elektronik postalar gelmesin. Hepsi birbirinden güzel ve özenle seçilmiş konular ve çalışmalar.
Altan Amcamızın en son göndermiş olduğu ileti cidden okunmaya değer. Bana nice iletiler geliyordu ama onun göndermiş olduğu ileti kadar beni tesir altında bırakacak bir ileti gelmemişti. Bunu da siz dostlarımızla paylaşmak istedim.
Umarım benim gibi siz de bu iletiden bir ders çıkartırsınız. Aslında çıkartılmayacak gibi de değil. Lafı fazla uzatmadan merhum Akif’i de tesir altında bırakan bir ömür boyu gözyaşı akıtan rüyayı sizinle paylaşalım.
“Mehmet Akif her sabah namaz için Sultan Ahmet Camii’ne gelir. Her gelişinde de yaşlı bir adamın kendisinden önce gelmiş olduğunu görür. Ne kadar erken gelse bu durum değişmez. Yaşlı adam mutlaka camiye ondan önce gelmiş bulunur. Ancak bu yaşlı pir-i fâni ve bu nur yüzlü adam hiç durmadan ağlamakta ve gözyaşı dökmektedir. Bundan sonrasını Mehmet Akif şöyle anlatıyor:
Bu yaşlı insanın yanına bir gün sokuldum ve niçin durmadan ağladığını sordum ve ona Cenab-ı Hakk’ın rahmetinin enginliğini anlattım. Ama o yine ağlamasına devam etti. Bana, “derdimi tazeleme, git” dedi. Ben yine ısrar ettim. Çaresiz kaldı ve yine gözyaşları içinde bana şunları anlattı.
“Ben, dedi, ikinci Abdülhamid zamanında binbaşıydım. Ailem çok zengindi. Ve ben bir subaydım, kışladan ayrılamıyordum. Ancak bir gün anne ve babamın ardarda vefat haberlerini aldım. Ailede benden başka da işlerimizi evirip çevirecek kimse yoktu. Çiftlikler, dükkanlar, mağazalar ortada kalmıştı. Hemen Sadârete bir dilekçe ile müracaat edip istifa etmek istediğimi bildirdim. Sadâretten gelen cevap menfiydi. İstifam kabul olunmamıştı. Ben ikinci ardından üçüncü bir müracaatta daha bulundum. Ama her defasında aynı cevapla karşılaştım. Bunun üzerine Hünkâra müracaata karar verdim. Bu kararımı sadârete bildirdim. İsteğim kabul edildi ve mâbeyne alındım. Durumumu Hünkâra vicahi olarak anlattım. Elimden geldiğince mazeretimin meşruluğunu ispata çalıştım. Hünkâr istifa talebimden hoşlanmamıştı. Yüz ifadesinden bunu anlamak hiç de zor değildi. İsteksiz bir halde elinin tersiyle işaret etti: “Git, seni istifa ettirdik” dedi.
Ben sevinerek huzurdan ayrıldım, eve döndüm. O gece bir rüya gördüm. Rüyamda Osmanlı ordusu tabur tabur bölük bölük geliyor ve Efendimiz’e teftiş veriyordu. ( Bu ordu idi ki kısa bir müddet sonra bütün cihana karşı kavga verecekti. Ve bu ordunun teftişini bizzat Efendimiz yapıyordu. ) Yanında Dört Büyük Halife olduğu halde Efendimiz önünden geçen bölük ve taburları teftiş ederken, O’ndan bir adım geride edep ve terbiye içinde, boynu bükük halde Abdülhamid de bulunuyordu. Derken benim tabur geçmeye başladı. Ancak tabur dağınıktı. Başlarında kumandanları yoktu. Efendimiz bunu görünce Abdülhamid Cennetmekana: “Bu birliğin kumandanı nerede?” diye sordu. O da “Talebi üzerine istifa ettirdik” cevabını verdi. İşte o esnada Efendimiz, beni bütün bir ömür boyu ağlatan şu sözü söyledi: “Senin istifa ettirdiğini biz de istifa ettirdik.” Söyle, bunu duyduktan sonra ben ağlamayayım da kim ağlasın?”
Ve Mehmet Akif diyor: Yaşlı adam ağlamasına, inlemesine devam etti. Derdi çok büyüktü. Sessizce yanından uzaklaştım. Zaten başka yapabileceğim bir şey de yoktu. Zira bu pir-i fâni, tesellisini yine Efendimiz’den bekliyordu. Kabul edildiği müjdesi gelmeden belli ki inlemesi dinmeyecekti.
Eleştiri ve önerileriniz için;