Deniz Feneri personeli Galip Kapusuz’un bizzat yaşayıp kaleme aldığı gerçek bir hikâyeyi küçük katkılar yaptıktan sonra dikkatine sunmak istiyorum. Bu hikâyeyi okurken, ucuz bulduğu için 30 çift ayakkabıyı bir seferde satın alan vatandaşlarımızın varlığını da düşünmenizi isterim.
İsa Amca ve oğlunu Afyonkarahisar Gezici Giyim mağazamızın açılış törenine gelen kalabalık arasında görmüştüm. O ince, uzun boylu bir insandı, 70 yaşın üzerinde görünüyordu. Üzerindeki giysilerinin eskiliği, yıpranmışlığı hemen göze çarpıyordu. Pantolonunun dizleri ve paçası eskilikten neredeyse erimiş, lîme lîme olmuştu. Üzerindeki giysiler yama dolu ama tertemizdi. Yılların verdiği yorgunluğa direnemeyen bedeninin ağırlığını elindeki yol arkadaşı bastonuna vererek azaltmaya çalışıyordu.
“Bir ay süreyle Afyonkarahisarlı ihtiyaç sahiplerine hizmet verecek olan mağazamızın çalışmalarına, ilk olarak bu yoksulluk timsali amca ve oğlunu giydirerek başlamasının bu güzel hizmetin manasına uygun bir iş olacağını düşündüm ve bundan mutluluk duydum.
Mağazamızın açılış programından hemen sonra amca ve oğlunun her türlü iç ve dış giysi ihtiyacı gönüllerine göre giderildi. Sıra İsa amcanın ayakkabısına gelmişti. Ayağında neredeyse parçalanmış ve “kara lastik” tabir edilen eski bir ayakkabı vardı.
İsa Amcanın ayakları biraz büyükçeydi. Ayak numarası “46 “ idi. Ama maalesef mağazada 46 numaralı ayakkabı yoktu! Görevli arkadaşlar ısrarlı ve uzun aramalara rağmen ancak bir çift 45 numara bir ayakkabı bulabilmişlerdi.
Ayakkabıyı görür görmez İsa Amcanın gözlerinde oluşan ışıltıyı fark etmiştim. “Belki uyar” diyerek ayakkabıyı denemek istediğini söyledi. Bir tabure getirerek oturttuk ve denemesi için ayakkabıları verdik. Ayakkabı ayağına rahatça olmuyor, bir numara küçük geliyordu. İsa Amcayı ayakkabı ihtiyacını gideremeden uğurlayacak olmak, orada bulunanların hepsini üzmüştü.
Fakat İsa Amca ayakkabının küçük olmadığını, ayağına olacağını söyleyerek ısrarla ayağına giymeye çalışıyordu. Bunun için büyük bir uğraş veriyor, alnından boncuk boncuk terler akıyordu. Sonunda başardı da.
Yüzü gülüyor, ayağını bir sağa, bir sola çevirerek yeni ayakkabısına bakıyor, bize gösteriyordu.
Görevli arkadaşımız, “Amca bu ayakkabı ayağına olmadı, çok sıktı, bu ayakkabıyla yürüyemezsin, daha büyüğü de maalesef mağazamızda yok” dediğinde, İsa Amca gayet inançlı bir ses tonuyla; “Yok yok evladım, bak ne güzel oldu. Biraz küçük ama olsun ben bunları uzun süre giyerim” diyerek bizi ikna etmeye çalışıyordu.
İçimiz burkulmuştu!
Kesinlikle bir ayakkabıya ihtiyacı vardı ve belliki ayağını sıkmasına rağmen bu ayakkabıyı çok sevmişti. Yürüme güçlüğü çektiği için baston kullanmasına ve ayakkabı ayağına olmamasına rağmen onu, geri vermek istemiyordu. “Ben onu kalıba koydurur, genişletirim evladım” dedi. Biz de gönlünü kıramadık bu güzel amcamızın. Oğluyla birlikte uğurlarken ikisinin de yüzünde açıkça okunan mutluluk ifadeleri bizim peşin ödülümüzdü.
İsa amcanın büyük bir gayret sarf edip ayağını, zorlayarak ayakkabının içine sığdırma çabasını seyrederken aklıma, gardropları ve ayakkabılıkları, özel olarak yaptırılmış onlarca çift ayakkabıyla dolu olan vatandaşlarımız geldi.
Paylaşmayı bilenleri şükranla andım.
İkinci gün..
Ertesi gün mağazaya uğradığımda görevli arkadaşlar, İsa Amca ve oğlunun öğle saatlerine doğru mağazaya gelerek aldıkları tüm giyim eşyalarını kapıya bırakıp gittiklerini, elbiseleri ve ayakkabıları istemediklerini söylediklerini ilettiler.
Şaşırıp kalmıştım.
Tüm giysiler sıfırdı. Acaba beğenmemişler miydi? Tek tek kendileri deneyerek almışlardı. Bu işte bir gariplik olduğunu sezdim ama çözemedim.
Konu aklıma takılmış kalmıştı.
Çok yoksuldular, tüm giyim ihtiyaçlarını ücretsiz olarak almışlardı. Ne olmuştu da elbiseleri bir çuvala doldurup geri getirmiş ve mağazanın kapısına bırakıp“Biz bunları istemiyoruz” demişlerdi.
Baba oğul, Şuhut ilçesinin hemen hemen en yoksul köylerinden birinde yaşıyorlardı. Üstelik köy, bir dağ köyüydü ve uzaktı. Telefonları da yoktu.
Düğüm birazdan çözülecekti.
Mağazanın kasa bölümünde oturuyorken yolun karşı tarafında, kaldırımda gidip gelen birisi dikkatimi çekmişti. Daha dikkatlice baktığımda bunun İsa Amcanın oğlu olduğunu fark ettim. Hemen yanına gidip koluna girdim ve mağazaya davet ettim. Yaptıklarının nedenini sordum. Bir şey söylemek istemiyor, ısrarlarım karşısında yüzü ağlamaklı bir hal alıyor, “Babam birazdan gelir, ona sorun” diyordu.
Bir çay ısmarladık ve beklemeye başladık. Söylediği gibi az sonra babası geldi ama yanında iki polis memuru vardı.
Gelenler bize yaklaştığında polis memuru, “Siz, bu amcaya boş bir kâğıt imzalatarak dolandırmak istemişsiniz, sizden şikâyetçi” deyiverdi.
Onlara böyle bir şey olmadığını söyleyerek, öncelikle oturmalarını sağladık. Görevli arkadaşlar, bir gün önce İsa Amcaya yapılan yardımların dökümü verilen “Ayni yardım teslim ” belgesini bularak getirdiler.
Memur bey, belge üzerinde yazanları tek tek okuyarak İsa Amcaya bu listedeki yardım malzemelerini alıp almadığını sordu.
O da; “Evet evladım aldım, ne bir eksik ne bir fazla” dedi. Belgenin altındaki imzayı da kendi attığını onayladı. Görevini yerine getiren memur, “kusura bakmayın” diyerek müsaade istedi ve ayrıldı.
Gerçek ortaya çıktı, durum anlaşıldı.
İsa Amca ve oğlu köye döndüklerinde köy meydanında dinleniyorlarken yanlarına gelen köylüleri Hasan Amca, birkaç yıl önce köye gelen bir pazarlamacı tarafından mağdur edildiği bir aldatmacadan bahsederek, bizim de o kötü niyetli pazarlamacılar gibi İsa Amcanın imzasını alarak arazilerini elinden almak istediğimizi söylemiş, derneğimiz hakkında gerçek olmayan beyanlarla ileri geri konuşmuş, yaşlı amcayı korkutmuştu.
Bir dağ köyünde, dünyadan kopuk yaşayan okuma yazması bile olmayan amcamız da anlatılanlardan korkmuş ve sabaha kadar gözüne uyku girmemişti.
50 yıldır onu kışın soğuktan, yazın sıcaktan koruyan can yoldaşı, dünyadaki tek varlığı derme çatma barakasını ve küçük bahçesini elinden alacağımızı zannetmiş ve sabah kalkar kalkmaz ilk iş oğlunu uyandırıp Afyonkarahisar şehir merkezine gelerek mağazamıza bir gün önce aldıkları yardımları iade etmişler ve İsa Amca bizden şikayetçi olmak üzere karakola gitmişti.
Olanlar aydınlandıktan sonra İsa Amca büyük bir mahcubiyetle ellerime sarılarak özürler diledi, helallik diledi. Tekrar tekrar anlatılanlara inandığı için duyduğu pişmanlığını ifade etti.
Biz, Kendisine asla darılmadığımızı, kızmadığımızı ama ihtiyacını gerçekten giderecek bu giysileri alamayacak olmasından dolayı çok üzüldüğümüzü anlattık.
İsa Amca ve oğlu elbise ve ayakkabılarını tekrar aldıktan sonra helalleşerek ayrıldılar.
Onların gidişini izlerken yüreğim buruk ve kabarmış hislerle dolu olarak derneğimize iftira atanları düşündüm.
Kötülük ne denli etkili ve derin yaralar açabilen bir şeydi. Zihinleri kirletmişler, yoksulu bile olmadık düşüncelerle korkutur hale getirmişlerdi.
Ama bu savaşta iyilik bir gün mutlaka üstün gelecekti.
“Allahım, her bir karesi ayrı ayrı iyilik ve güzellik destanlarıyla örülü bu büyük hizmeti veren derneğimizin geleceğini açık eyle, kötülere, iftiracılara fırsat verme” diye dua ettim.