Geçtiğimiz günlerde Seyr FM’de Gönenli Mehmet Efendi’yi andık.
Onun adına kurulan Gönenli Mehmed Efendi İlim ve Hizmet Vakfı’nın faaliyetlerini konuştuk.
“İyiliğin Seyr Hali” programında konuklarım vakfın Başkanı Zeynep Feyza Kurtulmuş ve kurucular kurulu üyesi Asuman Yurttaş hanımlardı.
İkisi de hem Gönenli Mehmet Efendi’yi anlattılar, hem de vakfın çalışmalarından, projelerinden ve hedeflerden söz ettiler.
Enver Baytan Hoca’nın ifadesiyle, Merhum Hocaefendi 100 binden fazla talebe yetiştirmiş.
Binlerce öğrencinin yiyeceği, kıyafeti, barınması senelerce onun tarafından takip edilmiş.
Bir ömrü dolu dolu yaşayan ve bütünüyle Allah’ın dinine, Allah’ın kullarına adayan Gönenli’yi bir nebze de olsa tanımak için bir buçuk saat konuşmak elbette yetmezdi.
Gönenli gibi ilim, fikir, amel ve aksiyon sahibi mübarek zatları sıklıklı konu edip yeni nesillerin onların bıraktığı manevi mirasla, eserlerle tanışmasını sağlamamız gerekiyor.
Hocaefendi’nin hayatını, görüşlerini ve hizmetlerini konu alan “Gönenli Mehmed Efendi” kitabından bazı kesitleri teberrüken takdim ediyorum...
"Bir müddet Sultanahmet Cami'inde görev yapmış olan Selim Derdiyok Hoca müşahedesini şöyle anlatıyor:
Her zaman olduğu gibi bir gün yine Hoca Efendi cebinde ne var ne yok hepsini dağıtmış, fakat gelenlerden bir kısmına yetmemiş. Ben bir odadayım, geldi:
- Hafızım paran var mı? dedi. Ben de üzerimde olanları çıkardım takdim ettim. O, parayı saymaya uğraşırken kapı açıldı, ben tam kapının önündeyim, orta yaşlı bir zat;
- Evladım, dedi burada Gönenli Hoca diye biri varmış onunla görüşmek istiyorum. Hem de talebelere ve yoksullara yardım ettiğini, burada da çok duydum. Bu çorbada benim de azıcık tuzum bulunsun diye biraz para vermek istiyorum.
- Buyurun dedim.
Hoca Efendi ile görüştüler ve hocam hemen orada benim paramı iade etti, sırada bekleyenlerin harçlıklarını da vererek gönderdi...
Talebeleri Gönenli Mehmet Efendi’den helallik isteyince Hocaefendi, “Bir şartla hakkımı size helal ederim. Benden öğrendiğinizi başkalarına anlatacaksınız” diyor.
…
Ali Rıza Cansu Bey kendi evinde gerçekleşen olayı şu şekilde anlatmıştır:
Eyüp Sabri Hayırlıoğlu Hoca Efendi ile memleketimiz Konya'dan tanışırdık. Kendileri aile dostumuzdur. 1951'de Diyanet İşleri Başkanlığı'na getirildikten kısa bir süre sonra idi. Bir gün beni telefonla aradığını söylediler. Hemen kendisini makamında bulup emirlerini sordum. İstanbul'a geleceğini evimizde misafir kalmak istediğini söyledi. Memnuniyetimi bildirip telefonu kapattım. Başkanla birlikte olabileceğini düşündüğüm birçok muhterem zevatı da o akşam için eve davet ettim. Davetlilerimiz arasında çok sevdiğimiz Gönenli Mehmet Efendi de vardı.
Aynı gün Başkan Ankara'dan geldi. Diğer davetliler de hazır bulunup sofrada yerlerini aldılar. En son gelen Gönenli Hoca Efendi'nin ortalıkta görünmesi ile Başkan'da sebebini sonradan öğreneceğim bir huzursuzluk başladı. Kısa bir merhabalaşmanın ardından Gönenli'ye yönelerek otoriter bir eda ile:
- Hoca siz başınıza buyruk musunuz, rast gele insanlardan paralar toplayarak ne yapmak istiyorsunuz; diye çıkışmaz mı?...
Lokmalara uzanılmak üzere iken bomba gibi patlayan bu sözler üzerine Gönenli Hoca Efendi elin- dekini sofraya bırakıp ayağa fırladı:
- Öyle ise şu andan itibaren her şeyi bırakıyorum, hesabını Allah senden sorsun; dedi ve çıkış kapısına doğru yürüdü.
Benim ve orada bulunanların rica ve ısrarlarına rağmen Hocayı geri döndüremedik. Sofra bir anda ölüm sessizliğine büründü. Biraz sonra gelen misafirler bir şey yemeden teker teker sofradan kalkıp evi terk ettiler. Başkanın beklenmeyen bu zamansız çıkışı her şeyi perişan etti. Sofrada ev sahibi olarak ben ve Başkan ikimiz kalakaldık. Yatsı namazı zar zor kılındıktan sonra Başkan odasına ayrıldı. Ben de perişan bir şekilde odama çekildim. Uyumam mümkün değildi. Bir müddet yatağımın üzerinde kaldım, vakit hayli ilerlemişti. Birisi oda kapımı telaşla yumruklamaya başladı. Yerimden fırlayıp kapıyı açtığımda Başkanı kapımda buldum. Heyecanlı bir ifade ile:
- Ali Rıza hemen giyin de gel, beni Hoca Efendi'nin camisine ulaştır.
O sıralarda Hoca Efendi, Fatih Hacı Hasan Cami İmam-Hatibi idi. Hayli zorlanarak Hacı Hasan Cami'ine sabahın erken saatinde ulaşabildik. Arabayı bir kenara çekip Hoca Efendiyi beklemeye başladık. Az sonra Hoca Efendi sokağın başında görünüverdi. Onu gören Başkan arabadan süratle inip Hoca Efendi'ye doğru koşmaya başladı. Hoca Efendi de aynı süratle Başkana doğru koştu. Yolun ortasında öyle bir kucaklaştılar ki anlatılamaz. Akşamki tartışma şimdi kucaklaşmaya dönüşmüştü. Ama her ikisi de hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bu manzara karşısında donakaldım. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi şaşırdım. Hayli bir zaman kucak kucağa ağladıktan sonra camiye doğru kol kola yürümeye başladılar.
Namazı Başkana teklif etti ise de Başkan:
"Senin cemaatin olarak kılmalıyım" diyerek Gönenli'nin arkasında sabah namazını kıldıktan sonra Hoca Efendi'nin evine gittik. Kahvaltıyı evinde yaptık. Her ikisi de akşamki tatsız olayı söz konusu etmemeye gayret gösterdiler. Sonra Başkan saygılı ifadelerle Gönenli'ye veda ederek ayrıldı. Böylece iki din âliminin akşam küsüp sabaha karşı ağlaşarak kucaklaşmalarının sırrını öğrenemesem de Başkanın akşamki çıkışının sebebini sonradan öğrendim. Meğerse İstanbul'dan bazı kimseler:
"Bu zat karanlık işler çeviriyor. Kur'ân hizmeti adı altında çok paralar toplayıp gerici akımları besliyor, derhal çakmaları takip edilip önlenmelidir." şeklinde bazı şikâyetlerde bulunmuşlar. Bunun üzerine Başbakanlıktan için Başkan görevlendirilmiş, İstanbul'a bunun için gelmiş, akşamki çıkışın sebebi buymuş. Ama bu çıkışın küslüğü ancak yarım gece sürmüş, sabaha karşı kucak kucağa ağlaşarak kırgınlıktan en küçük bir eser dahi bırakmamışlardır."
…
Gönenli Mehmet Efendi, maddeye hiç önem vermezdi. Dünya malı gözünde “sinek kanadı” kadar bile ehemmiyetli değildi. Bütün malını İslam uğruna harcamış, kendisine gelen yardımları da hemen ihtiyacı olanlara vermiştir. En ağır şartlarda dahi, hizmeti terk etmemiştir. Maddi açıdan bile yardımını görenlerin haddi hesabı yoktur.
İstanbul'a geldiği günden beri hep onun talebesi olmuş, hizmetinde bulunmuş olan ve vefatından yaklaşık altı ay evvel yattığı hastanede gece gündüz başucundan ayrılmayan Ziya Atıcı Hoca'ya onu sorduğumuzda gözleri yaşardı ve şöyle dedi:
“Hoca Efendi'nin hayatı baştan sona keramet idi, eşsiz bir Kur'ân hadimi, Hak ışığı ve Allah dostu idi. Müthiş bir zekâya sahipti, bir kez gördüğü insanı kırk yıl sonra görse yine hatırlar, tanırdı. Her gün en az iki cüz Kur'ân okurdu. Said Nursi Hazretleri ile aralarında olan gönül bağlarını, birbirlerini kardeşten ileri derecede sevdiklerini, Denizli hapishanesindeki beraberliklerini ve Saidi Nursi Hazretlerinin İstanbul'a her gelişinde kendisini ziyaret ettiğini çeşitli vesilelerle bizzat kendisinden dinlediğini anlatıyor Ziya Hoca.”
…
Enver Baytan Hoca Gönenli merhumu şöyle anlatıyor:
"Hoca Efendi'nin durmadan dinlenmeden çalışmasının fiilen şahidiyim. Biz Dülgerzade Cami'inde kaldığımız günler sabah namazından sonra talebenin başına gelirdi. Ders bitince mutlaka ya vaaza ya da başka bir yerde talebe vardır, oraya gidecektir. Hoca Efendi akla hayale gelmeyen yollardan talebe bulur ve alakadar olurdu. İmam Hatip Okullarının açılışında onun emeği vardır. İlim Yayma Cemiyeti'nin açılışında onun emeği vardır.”
Sohbetlerinde ilahiler, kasideler ve şiirler söylerdi. Talebelerine yazdırdığı bir şiirle noktalayalım yazımızı:
Azade değilim ben gül-i ranada gözüm yok
Bir zerredenim ben anda şu dilbade gözüm yok
Kam almaya geldi sanıyor bizi eller
Hak şahidim olsun ki bu dünyada gözüm yok.