Gözleri doluvermişti. Böylesine bir kavuşmayı kim bilir kaç yıldır bekliyordu bilmeden. Onu bir kez daha görmeyi tam kırk sekiz yıldır öylesine arzulamıştı ki... Ne yazık ki hayat şartları buna el vermemiş dünya meşakkati ikisini birbirinden yıllar önce koparmıştı. Misafirini içeriye alıp başköşeye oturttu. Sıkı sıkı sarıldı. İnanamıyordu hâlâ. Kıymet gelmişti. Evet gelmişti.
İkisi de uzun süre birbirlerine konuşamadan bakarak eski günlerden birer kalıntı bulmaya çalıştılar. Yoktu. Gençlik ikisine de çok uzun yıllar önce veda etmişti bile.
Üniversite yıllarından arkadaşlardı.Aynı yıl sınavı kazanmışlar aynı şehirde buluşmuşlardı.Kıymet tam bir Adanalı idi.Bütün şivesi hareketleri düşünceleri bunu ispatlardı o yıllarda.Üniversiteyi kazanabilmek için tam on yıl mücadele etmiş sonunda başarmıştı.
Yaprakla samimi olmaları ilk yıllarının sonlarına doğru başlamış dört yıl boyunca da aralıksız sürmüştü. Birbirlerinden hiç ayrılmayan başka arkadaşlara ihtiyaç duymayan bir ikili idiler o zamanlar. Karakterleri her ne kadar çok farklılık gösterse de Kıymet’in olgunluğu ve sabrıyla Yaprak’ın tavizleri ve alttan almalarıyla sorunlarını kendi aralarında halletmeyi başarabilmişlerdi. Kıymet kendisinden on yaş küçük olan Yaprak’a zaman zaman arkadaşlıktan çok ablalık annelik yapmaya çalışıyordu. Bu konuda başarılı da oluyordu.
Yaprak Nine, yaşlı arkadaşı Kıymet’in dizine elini koyup pışpışlayarak konuştu. Kelimeler ağzından öyle cansız öyle yavaş çıkıyordu ki sanki konuşması ansızın kesilecek gibiydi. Sesi de bedeni kadar yorgundu:
“Ah Kıymet... Hatırlar mısın ben derslerden kaçmak istedikçe sen beni engellerdin. Bana okulun okumanın kıymetini anlatmasaydın şu an bu kadar huzurlu ve rahat bir yaşlılık geçiremeyecektim. İyi ki benim arkadaşımdın iyi ki seninle karşılaştım...”
Kıymet dinlerken elini kalbine götürdü. Yüzünde bir acı ifadesi belirdi. Kalbinden rahatsızdı. Konuşmaya kendisi devam etmek için ağzını açtığında Yaprak Nine de başını ona doğru biraz daha yasladı bütün konuştuklarını duymak istiyordu çünkü artık eskisi kadar saatlerce konuşacak derman ikisinde de yoktu.
“Hele sen dostum... Herkesten büyüğüm diye kimsenin benimle arkadaş olmak istemediği bir ortamda benimle dost oldun.Sen olmasan belki bin bir zorlukla kazandığım okulu bile bırakırdım o yıllarda.Yalnızlıktan bunalıma girmek üzereydim o gün bana vize çıkışında ‘Nasıl geçti sınavınız?’ diye sormasaydın… Bilirsin gezmek eğlenmek bana göre değildi belki de bu yüzden hiç arkadaş edinemezdim...”
Yaprak elbisesinin ceplerine ellerini koydu. Üşümüştü. Eskiden balıketli olmaktan şikâyet ederken şimdi bir deri bir kemik kalmıştı bedeni. Yaşlılık ne kötü bir meziyetti. Onu böylesine üşüten yaşlılık mıydı yoksa artık sık sık aklına gelen ölüm korkusu mu bunu kendisi de bilmiyordu.
Kıymet konuşmasına devam ederken bir eliyle de gözlerinin nemini siliyordu. O günleri yâd etmek sanki sandığından daha fazla duygulandırmıştı onu. Oysa bu görüşme için hayata yenik düşmüş o kalbini kaç aydır hazırlıyordu.
“Senin okula gelmediğin günler her yerde seni arar herkese seni sorardım. “Yaprak’ı gördünüz mü?” Artık herkes bıkmıştı bu sorumdan. Belki de bizi kıskanıyorlardı bilemiyorum ama hep şunu derlerdi cevaben “Aman ne kıymetli yaprağın varmış...” Evet, sen benim için kıymetliydin tek arkadaşım olduğundan değil tek dostum olduğundan da değil... Bilemiyorum senden sonra hiçbir arkadaşıma senin kadar ısınamadım işte... Belki de bu yüzden bahçede çekindiğimiz o fotoğrafı yıllarca çantamdan hiç çıkarmadım. Bak göstereyim sana...”