Bugün savaşın gölgesinde yaşayan savaş mağduru bir çocuğu kendi evladınız olarak hayal edin. Gece terledi mi, ateşi mi var, üşüdü mü diye kalkıp baktığınızı ve uyandığınızda yanına uğradığınızı hatta durun şöyle yapalım evladınız sıcak yatağında olmadığını hayal edelim.
Ettik değil mi?
Nasıl bir his içinize doğdu. Odanın camından aşağıya doğru bir bakın. Binanızın etrafını beton yığınları sarmış. Çığlık sesleri hiç susmuyor. Seslere biraz daha kulak kabarttığınızda seslerin birkaçını seçiyorsunuz.
“Anne lütfen ölme!” Diyor. Küçük bir kız çocuğu. Çaresizce yakarıyor Rabbine “Allahım, annemi bana bağışla!”
Apartman merdivenlerinden koşarak iniyorsun. Kulak kabarttığın sese doğru gittiğinde sesin sahibi küçük kızın kendi evladın olduğunu ölen kişinin sen olduğunu görüyorsun.
İrkildin mi birazcık olsun. Hayatın bu kadar kısa olduğunu anladın mı? İnsanlık için birçok şey yapabileceğin gibi yapmama tarafını seçmenin seni ilerde nasıl rahatsız edeceğiniz düşündün mü?
Devam edelim hikâyemize…
Seslenmek istiyorsun, ben burdayım bak işte diyeceksin ama sesin çıkmıyor konuşamıyorsun. Olayları izlemekten başka elinden bir şey gelmiyor. Çaresizliğin vücut ısını düşürüyor. Titrediğini fark ediyorsun, titriyorsun…
Harebelerin etrafına şöyle baktığında dün kahve içtiğin komşunun yerde uzanmış yattığını fark ediyorsun. Koşarak yanına gidiyorsun, kafasından vurulmuş olduğunu, vücudunun birçok yerinde yaraların olduğunu fark ediyorsun. Oysa parmağına iğne batsa hastaneye giden biri olduğunu iyi biliyorsun.
Koşarak evine yakın hastaneye gidiyorsun. Doktor çağırmanın mantıklı olduğunu düşünüyorsun. Felaketin için de kaldığını daha iyi görüyorsun. Evin yanındaki hastanenin bombalar altında kaldığını gördüğünde çaresizlikten sadece ağlıyorsun.
İsyan kelimeleri dudaklarında asla yok, mühürlenmiş adeta. Sonsuz şükürler olsun diyorsun. Kendi cesedinin başına tekrar geliyorsun. Kızını şükredirken görüyorsun. “Cesedini bulamamakta vardı anne, diye söylediğini. Çok şükür Rabbim senden başka kimsem yok artık dediğini duyuyorsun.
Herkes birileri ile ilgileniyor, gökyüzünden kurşunlar yağıyor. İnsanlar kendi canları ile değil sağ olanlar başka insanları yardım etmekle meşgul olduklarını. Asla saklanmadıklarını görüyorsun. Korkularının yerini, şaşkınlık. Şaşkınlıklarının yerini şükrün aldığını görmen seni rahatlatıyor.
Minicik bedenler sokak ortasında yalın ayak dolaşıyor. Ayağına çivi bayar diye tam uyarmak istiyorsun ama bu çocukların ayaklarına ne vereceğini bilmiyor susuyorsun.
Her birinin bedenine dokunmak istiyorsun. Sımsıkı sarılıp kucaklamak gibi belki ısırtırım diye düşünüyorsun.
Sonra ağlamalarından rahatsız olan kızın uykusundan uyanıyor koşarak yanına geliyor.
“Anne anne… Uyan, lütfen neden ağlıyorsun?
Sizlere pembe panjurlu evlerde yaşayan insanların hikâyesini yazmak isterdim. Yazamadım üzgünüm. Gerçek insanların, gerçek müslümanların hayatlarını yazmak istedim.