“Patron beni odasına çağırdı. Koltuğunu çekti, gözlüklerini çıkardı, gözlerini gözlerime dikti. 'Hemen bugün istifa etmeni bekliyorum' dedi. Serinkanlılığıma kendim de şaştım. New York'ta bir gaspçı tarafından çarpıldığımda kendimi aşan ne tür hislerin etkisi altına düşmüşsem aynen öyle uyuşmuş bir halim vardı; yukarıdan kendimi seyrediyor gibiydim. Sol gözünün çeperinin kırmızılığını, elinin arkasındaki kara kılların yoğunluğunu fark ettim.”
Hasan Cemal geçen gün “Genel yayın yönetmeni nasıl olunur?” başlığı altında Harold Evans'ın Sunday Times gazetesine yayın yönetmeni olarak atanmasının öyküsünü yazdı. Birkaç adaydan biriymiş Evans; eski bir salonda kocaman bir masanın etrafında toplanmış 12 kişinin önüne çıkmış. Sorular hep aynı konudan gelmiş: “Ne kadar bağımsız olacaksınız? Grubun ticari çıkarları söz konusu olduğunda tutumunuz ne olacak? Peki ya haber grup çıkarlarına aykırıysa?”
Hepsini ilkeli bir gazeteci nasıl cevap verirse öyle karşılıyor Harold Evans ve Sunday Times'ın yönetmeni oluyor. Benim yukarıda aktardığım kovulma öyküsü de yine ona ait. Daha sonra dünyanın en itibarlı gazetelerinden The Times'ın yöneticisi olarak atanıyor Rupert Murdock tarafından Harold Evans... 1981 yılının şubat ayında.
Bir yıl sonra da kovuluyor; hem de babasının cenazesinin kaldırıldığı gün... Başında olduğu gazetenin satışını bir yıl içerisinde 276 binden 300 bine çıkarttığı, gelirini artırdığı, yaptığı değişiklikler ve verdiği taze nefesle Times'ın itibarını yükselttiği halde...
“İstifanı bekliyorum” diyen patron gazetesinin iyi yönetilmediği iddiasında değildir zaten; “Sen hep benim baskılarımdan şikâyet ediyorsun, ama ben hiç baskı uygulamadım, gazetenin izlediği çizgiyi kendin yalnız başına belirledin” diyor Murdock.
Evans aynı kanaatte değildir. Patron o sırada iktidarının sonları yaklaşmakta olan Margaret Thatcher hükümetinin her ne pahasına olursa olsun desteklenmesini istemektedir. Times hükümete ve başbakan Thatcher'a başyazılarıyla sonuna kadar destek çıkmakta, ancak belli konularda eleştiri oklarını yöneltmekten geri durmamaktadır. Evans, “Kamuoyu yoklamalarında korkunç bir itibar düşüşü yaşıyordu hükümet” dedikten sonra şu notu düşüyor: “Her konuda ve hiç sorgulamadan Thatcher'e arka çıkma dışında patronu tatmin etmenin mümkün olmadığını kısa sürede anlamıştım.”
Bu kanaati pekiştiren, dünyanın dört bir tarafında ticari ilişkileri bulunan patron Murdock'un Times gazetesindeki çıkarlarını temsil eden Gerald Long'un yayın yönetmeni Evans'a gönderdiği mesajlar olmuş: “Patronun sözcüsü Long, hükümet aleyhine olacak haberleri önemsizleştirmeyi veya görmezden gelmeyi tavsiye den mesajlar gönderip duruyordu.”
Sonun nasıl geldiğini de açık açık yazmış 'My Paper Chase' adlı anılarında Harold Evans: “Long'la savaş 1981-82 kış aylarında iyice hızlandı. Murdock'un kendisi de doğrudan yazarlara talimat vermeye başlamıştı. (..) Bana verdiği bütün politik bağımsızlık sözlerini çiğnemişti. İstifayı düşündüğüm veya istifaya zorlanacağım hakkında haberler çıkıp duruyor, patron hepsini reddediyordu.”
İngiltere'de 'milli miras' kabul edildiği için Times gazetesinin Avustralyalı Rupert Murdock tarafından satın alınması ancak belli şartlarla kabul edilmişti. Patron gazetesini doğrudan yönetemeyecek, varolan İngiliz yönetim kurulu üyelerinin her aşamada onayını alacaktı.
“Beni” diyor Harold Evans, “Yönetim kurulu görevden alınmam başvurusunu iki kez reddettiği halde istifaya zorladı; hem de en prestijli ödüllerden Granada tarafından 'yılın gazete yönetmeni' ödülünü almamdan sadece birkaç saat sonra...”
İstifa etti mi sanıyorsunuz Murdock'un “Hemen istifa etmelisin” dediği Evans? Hayır. Patronun yüzüne karşı “İstifa, mistifa etmiyorum” deyip kapıyı çarpıyor. Hiçbir şey olmamış gibi gazeteyi hazırlamaya devam ediyor. Sağda-solda görevden alındığı veya istifa ettiği haberleri çıksa da o bir hafta boyunca görevi başına gidip toplantılarını yapıyor.
Aradan geçen bunca yıldan sonra o dönemi değerlendirirken 'patron-yayın yönetmeni' ilişkisine yeni bir bakış getiriyor İngiliz gazeteci: “Doğru olan” diyor, “Maddi riski o üstleneceğine göre gazetesinin genel politikasını patronun belirlemesi, o çizgiden saptığı noktada da yönetmeni görevden almasıdır. Bu ikisi arasındaki ilişki güvene ve karşılıklı saygıya dayanmalıdır.”
Harold Evans'ı, görevden alındıktan sonra Amerika'ya göçmesi ve mesleğini 'kapitalizmin başkenti'nde sürdürmesi mi bu noktaya getirdi acaba?