Geride bıraktığımız yıl içinde yaşanan ve özellikle son çeyrekte etkisini gösteren döviz kuru endeksli dalgalanmalar bir anda ülke gündemini sarsmıştı.
Hikayeyi özetleyelim:
Ağustos Ayı’nda başlayan ve Türk Lirası’nın %100’den fazla değer kaybetmesine yol açan döviz kuru yükselmesi Türk Ekonomisinin gösterge niteliğindeki tüm parametrelerini alt üst etmişti.
Borsa hızla düşüşe geçmiş, dövize bağlı emtia orantısız şekilde pahalanmış ve iç piyasada artan fiyatlar enflasyonu %25’lere tırmandırmıştı.
Hükûmet, Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu gibi genel ve özel otoriteler önce acil mahiyette küçük tedbirler almış, ardından yapı değişiklikleri içeren yasal düzenlemeler yapmıştı.
Şirketlerin borca batıklık hesabında döviz kurlarından kaynaklanan zararların dikkate alınmaması, bankaların sermaye karşılıklarının azaltılarak piyasaya likidite desteği verilmesi, dövize bağlı sektörlerin devlet eli ile sübvanse edilmesi, yukarı yönde giden etiket fiyatlarının baskılanmaya çalışılması, dövizli sözleşmelerin TL’ye çevrilmesi gibi önemli tedbirleri sıralamak mümkün.
Kimilerine göre hikayenin başlangıcı Amerika Başkanı Trump’ın ‘’demir-çelik alımlarında ek vergi uygulayacağız’’ Tweeti olmuştu. Bir başka cenah ise ekonominin aslında uzun süredir sıkıntılı olduğunu ve bu sürece doğal yollardan gelindiğini, hükûmetin ekonomiyi iyi yönetmediğini iddia etti.
Meseleye nereden bakarsak bakalım, olağanüstü gelişmeler olduğu muhakkaktı. Zira, reel piyasa saat 17.00 itibari ile kapanır ve ekonomik göstergeler ertesi sabah mesai başlangıcına kadar değişmezdi. Fakat, yukarıda bahsi geçen olaylar zincirinden sonra gece 01.00’de USD kurunun birden arttığına, hattâ 3-5 saniyede bir kur değişikliğine şahit olduk.
Bu ‘’inanılmaz’’ dalgalanmaların bir merkezden yönetildiği çok açık olmakla birlikte ekonomi yönetimi ve tüm paydaşların her zaman tetikte olması gerektiğini hatırlatan önemli bir süreç yaşandı. Mesela, Londra merkezli bir bankanın TL için açığa satış yapması ve Dolar için açığa alış yapması karşısında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun Swap müdahalesi geç kalınmış bir hamle olarak görüldü. Özkaynak sınırını %25’e düşüren BDDK müdahalesi spekülatör bankanın TL pozisyonunu kapatması için gerekli olan Türk Lirasını bulamamasına yol açtı. BDDK son derece doğru bir hamle ile dengeyi sağladı.
Yukarıda özetlenen BDDK tasarrufuna benzer müdahalelerin tüm kurumlarca yapılması, sadece kriz dönemlerinde değil, belli periyotlarda kararlı ve yeteri kadar yapılması önem arz etmektedir. Zira ‘’geç kalınmışlığın’’ psikolojik etkisi bile vatandaşın moral seviyesini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
İhracat ağırlıklı çalışan ticaret erbabı ithalata bağlı yüksek girdi fiyatları karşısında satışını da döviz üzerinden yaptığı için krizden az etkilendi. Bu firmaların en önemli handikapı alış-satış dengesinin dışında kalan kredi, fon ve finansman maliyetleri oldu. Dolayısı ile dış ticarete yüklenen firmalar krizi ufak sıyrıklarla geçiştirdi diyebiliriz.
O halde, milli sınırlar içinde faaliyet gösteren ve ülkeye katma değer sağlayan özverili iş insanlarımızın dış piyasalara açılmayı ‘’daha kuvvetli şekilde’’ düşünmesi ve bu yönde çabalarını imkanları ölçüsünde artırmaları gerektiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Bir başka önerimiz ise girişimcilerimizin devletimizin verdiği teşvikleri sıkı şekilde takip etmeleridir. Bölge ya da sektör bazlı birçok devlet teşviki (SGK prim destek çeşitleri, gelir-kurumlar vergisi desteği, KOSGEB, bölge bazlı yatırım teşvikleri gibi) söz konusu olup, gerektiğinde bu konularda profesyonel danışmanlık alınarak fayda-maliyet analizine yönelmek en doğru hamlelerden biri olacaktır.
Özgür ticaret, serbest kur gibi 1980’lerden sonra ülkemize yerleşen ve yukarıda anlatılanlara benzer riskler içeren esntrumanların kullanılması, doğurdukları sonuç itibari ile paradoks oluştursa da dünya ekonomisinin önemli aktörlerinden biri olmaya çalışan ülkemiz için vazgeçilmezdir. Dolayısı ile bunlarla yaşamaya alışmak ve olası krizlere karşı tedbirli olmak durumundayız.