İbn-i Abidin, halkı dünya ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salâh ve menfaatlerine çalışmak olarak tanımlar siyaseti. Önce öğrenmek ve sonra öğretmeye çalışmak demektedir aslında. Dertlenmek yani. Bir derdi olmak.
Bir derdi olmalı insanın. Yemek, içmek, gülmek, eğlenmek dışında bir derdi olmalı.
Madden, manen, bedenen ve ruhen bulunduğu noktadan daha iyiye ulaşmayı hedeflemeli ferdi ve toplumsal olarak. Bu hedefi inandığı değerlere dayalı bir takım ilkelere/prensiplere riayet ederek uygulamanın derdinde olmalı insan. İnanmalı önce, dava bilmeli.
Doğru ya da yanlışlığını kastetmiyorum. O sonraki iş. Hayata anlam katmak, varoluşu, nefes alışı taçlandırmak kastettiğim. Kısacık ömrü anlamlı hale getirmek. Yaşayıp gitmemek öyle. Ölümü, ardında cümle canlılar için, insan ya da toplum için yarım kalan işler bırakacağı korkusuyla ötelemek istemek kastettiğim.
Mevlana’yı kastediyorum. Fatih’i, Veysel Karani’yi. Adını tarihlere yazmayı değil ha, yazmaya ahd etmeyi. Einstein gibi, Edison gibi. İbni Haldun, Ali Kuşçu, İbni Sina gibi. Mandela, Mustafa Kemal ve Malcom X gibi. Cevher Dudayev gibi, İzzetbegoviç gibi. Evladına sahip çıkan anne ve haram lokma yedirmekten korkan baba gibi.
“Nefsim yed-i kudretinde olan Allahû Teâla (cc)’ya yemin olsun ki, arzusunu İslâm’a tâbi kılmayan kimse iman etmiş olmaz.” diyen Resul-i Ekrem (SAV) efendimiz gibi.
Bir derdi olmalı insanın.
Elbette dert edinmenin çeşitli yolları var. Üzerinde fırça oynatılacak dert çok çünkü. Bir bitki bilimcinin, bir inşaat ustasının, bir öğrenci ya da öğretmenin ömrünü, bulunduğu yerden dünyaya, insanlığa, hayata, hayra emanet edebileceği dert çok çünkü.
Mevlana’nın mesnevi’de resmettiği bir teşbih var. İnşa ettiğin bir eve pencere açacaksan, onu odaya güneş girsin diye açma der Mevlana, ezan sesi duymak için aç. İkincisi, birincisini kazandırır zaten.
Amerika'nın Meksika'ya karşı yürüttüğü savaş sırasında konan vergiyi, 'ödediği vergiler bir insanı öldürmek üzere kullanılmasın' gerekçesiyle vermeyi reddeder Henry David Thoreau. Ve hapsedilir. Kendisinden yaşça büyük olan ve birçok özgürlükçü düşünceyi kendisiyle paylaşan Ralph Waldo Emerson, telaşla arkadaşını görmeye gider. Ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:
- Henry, neden buradasın?
- Waldo, sen neden burada değilsin?
Mevlana’nın aç dediği pencere ve Thoreau’nun ‘sen neden burada değilsin?’ sorusu ışığında, gayesi evvela Hakk’ın rızasını kazanmak olan bir görevdir Cumhurbaşkanlığı. Milletin rızasının herşeyin üstünde olduğu gerçeğinin bu seçimde bir kere daha haykırılması dileğiyle...