BİR DAHA..!

Ramazan KERPETEN

Bu cuntacı, Ergenekoncu zihniyet;

Harp oyunları adı altında, cunta ve darbe teşebbüsleriyle bütün bir milleti, sivil halkı zora soktuğu gibi, kendi bünyesindeki insanları da çok mağdur ettiler… Onları ayrıştırdılar, dışladılar, ekmekleriyle ve hayatlarıyla oynadılar…

İnançlı insanlar diye.. Bu kanun ve vicdan tanımaz hareketlerine “Ya bir gün karşı çıkarlarsa” diye…

O mağdur edilen insanlardan her birisinin hayatı, yaşanan büyük kıyımı ve trajediyi anlatmaya yetiyor. Yıllarca askeri okullarda okumuş, yetiştirilmiş ve ülkesine hizmet edecek en üst kıvamda iken, birileri onları bu yoldan ettiler.

Onlardan birisi de Turgut ÖNAL.

Onun mektubunu sizlere aynen aktarıyorum,

Ki, bilinsin, tarihe not düşülsün..

Şuan cuntacılıktan, millete komplo kurmaktan yargılananların daha hangi insanların hayatlarını kararttığı bilinsin diye.. ve de hükümetin, mağdur edilmiş nice insandan haberdar olup, bir telafi yoluna bakma insafını göstersin diye…

Bu mektup da yetmezse, daha ne diyeyim ki!:

 

“Adım Turgut ÖNAL.

Ben bir Yüksek Askeri Şura (YAŞ) mağduruyum.

2003 yılında eşimin başörtülü olması nedeniyle disiplinsizlik bahanesiyle ordudan atıldım. Görev yaptığım 9 sene boyunca vazifemi hiç savsaklamadım.

Allah Teâlâ aldığım maaşın hesabını benden sorar diyerek her görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalıştım. Operasyon bölgelerinde görev yaptığımda intikallerde en önde gidiyordum. Ateş açılırsa askerlere bir şey olmasın ilk şehit olan ben olayım istiyordum. Ama askerlerin komutanımıza bir şey olmasın diyerek konuştuklarını ve etrafıma etten bir duvar örmelerini hiç unutamıyorum.

Her şey Edirne Uzunköprü’ye tayin olmam ile başladı. Orada her Yüksek Askeri Şura döneminde bizim garnizondan ve çevre birliklerden sürekli olarak ordudan atılan subay astsubaylar olduğunu duyardım. Kendi kendime düşünürdüm eğer bu adamları ordudan atıyorlarsa diğerlerinin bir saniye bile durmaması gerekir diye. Çünkü atılan kişiler sadece ve sadece namaz kıldıkları ve eşleri başörtülü oldukları için atılmışlardı. Bu kişiler gerçekten çok çalışkan ve dürüst insanlardı.

Yukarıdan gelen emir gereği bizim garnizonda da haftada iki bazen üç kez eşli yemek ya da eşli eğlence düzenlenirdi. Hatta kapıya bir astsubay görevlendirilip kimler geldiyse yazıyor böylelikle gelmeyenler ortaya çıkmış oluyordu. Gelmeyenlere neden gelmedikleri yoksa eşlerinin başörtülü mü oldukları hakkında sorular soruluyordu.

Ben bekâr olduğum için fazla üstüme düşülmedi. Sonradan gizlice evlendim. Evlendiğimi iki sene boyunca bildirmedim. Eşim başörtülü olduğu için çarşıya gezmeye çıktığımızda dahi yan yana gelmiyor, o arkadan beni takip ediyordu.

Sonra evli olduğumu öğrendiler. Ve neden evli olduğunu bildirmedin diyerek sorguya çekilmeye başlandım. Bundan sonra beni de gecelere ve eğlencelere çağırmaya başladılar. Ama gitmedik tabi. Gitmeyince eşin başörtülü mü yoksa diyerek ifadem alındı ben de hiç gizlemeden ‘evet’ dedim.

Benim evet dememle birlikte bölük komutanı, tabur komutanı ve garnizon komutanını öyle bir sevinç aldı ki; görseniz, sanki azılı bir suçlu yakaladılar, ya da kaybettikleri bir yitiğini tekrar buldular, ya da cennetle müjdelendiler de onun için seviniyorlar. Meğerse adamlar için bir irticacı tespit ederek üst komutanlığa bildirmek en büyük terfi ve rütbelerindeki en iyi makamlara getirilme ve de iyi bir sicil sebebiymiş. O yüzden sevinmeleri kendi açılarından gayet doğal idi. Ama ne hikmetse parayla ilgili bir görev verileceği zaman kendi aralarında garnizonun en dürüst ve güvenilir adamı kimdir diye fikir alış verişi yaparlarken hep benim ismimi zikretmeleri sayesinde parayla ilgili görevler bana veriliyordu.

Birlik komutanı sürekli olarak,  “Emir veriyorum, eşinin başını açtır” demiştir.

Ben de: “Bu emir hizmete müteallik değil. Benim özel hayatıma müdahale ediyorsunuz. Üstelik eşim hem sivil, hem de benim yaptığım işe mani olma durumu söz konusu değil” dediğimde:

“Ordunun ekmeğini yiyorsan eşin başını örtemez, bu ordunun ekmeğini yiyemezsin” demiştir. Düşünebiliyor musunuz, hem garnizonun en güvenilir ve en çalışkan kişisi olacaksınız hem de yaptığınız işe karşılık aldığınız maaşa göz dikilecek.

Size tugay komutanı ile aramda geçen bir konuşmayı aktarmak istiyorum. Odada tugay komutanı, garnizon komutanı, tabur komutanı ve ben varım.

Tug. komutanı:

- Benim eşimin başı açık, garnizon ve tabur komutanlarının da eşleri başı açık. Biz şimdi kâfir miyiz?

Ben:

-Komutanım, başörtüsü iman hükmünde bir farz değildir. Başını örtmeyen kişi kâfir olmaz benim böyle bir iddiam yok.

3-4 dakika düşündükten sonra, 2-3 milletvekili ismi söyleyip

- sen de onların yolundan gidiyorsun senin de sonun onlar gibi olacak.

- Komutanım ben Kur’an’ın yolundan gidiyorum. Kişiler beni zerre kadar alakadar etmiyor. Hem de benim siyasetle hiç işim olmaz.

Tug. K:

-Ben sana güvenip seninle birlikte savaşa gitmem. Çünkü ilk önce beni vurursun.

- Komutanım benim dinimde vatan kutsaldır. O kutsal vatan uğruna çarpışan herkes mübarektir değerlidir. Nasıl oluyor da benden böyle bir şey bekleniyor? Bunun izahını istiyorum.(Bu söz gerçekten çok ağrıma gitti)

- Neyse, ben anladım ki seni döndürmek mümkün değil. Sende bu düşünceler kemikleşmiş. Üst komutanlar senin gibi yaşam tarzına sahip kişileri orduda istemiyorlar. Bana şunu diyebilir misin: ‘Komutanım, ben yolumdan dönmüyorum elinden geleni ardına koyma’ diye.

-Aynen öyle diyorum.

- Tamam o zaman. Ben atılman için hakkında olumsuz rapor yazacağım. Garnizon ve tabur komutanları da olumsuz yazacaklar.

Görüyorsunuz, eşimin başörtülü olması olayı nerelere getirdi. Hatta aynı tugay komutanı sonraki günlerde tekrar gelip, “Seni sürüm sürüm süründüreceğim. Kendin kaçmak zorunda kalacaksın” demiştir.

Ben kaçmadım. Son ana kadar işimi yaptım. Ama son iki senede eşimle birlikte hayatımın en zor dönemini yaşadık.

2003 Ağustos şurasında ordudan atıldım. Sekiz sene boyunca gördüğüm bu haksızlık ve zulümden dolayı üzülüp duruyorum.

İş bulamadım.

Yıllarca amelelik yaptım.

İnşaatlarda çalıştım.

Sırtımda kömür torbaları taşıdım.

Şu an birinden cep telefonu tamiri öğrendim. Ayakta durmaya çalışıyorum. 3 çocuğum var. “Bu masumların sonu ne olacak?” diye gece yarılarına kadar düşünüp duruyorum. Hiç olmazsa askeri okula girerken söyleselerdi; ‘Evlenir de eşin başını örterse yollarımız ayrılır’ diye. Böyle bir şey söylense zaten askerliğe girmezdim. Hiç olmazsa üniversite okur şimdi iyi bir iş sahibi olabilirdim.

Ben aldığım eğitim gereği her türlü silahı en iyi şekilde kullanan bir kimseyim. Basit şeylerden en etkili bombaları yapabilirim. Buna rağmen sivil hayatta tek bir kez bile suça karışmadım. Polis tarafından bir kez olsun ifadem alınmadı. Kimseyle münakaşa dahi etmedim. Vatanıma zarar verecek hiçbir eyleme girişmedim.

Bütün bunlar gösteriyor ki beni ve kaderdaşlarımı atan ekmeğini elinden alan zihniyet haksız ve hukuksuzdur. Yaptıkları iş tamamıyla örgütlü bir cunta işidir. Hani tugay komutanı bana demişti ya: “Seninle birlikte savaşa gitmem çünkü ilk önce beni vurursun” diye.

Ben hiç kimseyi vurmadım ama bu hak hukuk bilmez cunta zihniyeti beni vurdu. Hem de sırtımdan. Hem de kalleşçe.”

Bu yaşananları aktarıyoruz ki bir daha yaşanmasın diye…

Aktarıyoruz ki, yaşananlara bir hâl çaresi düşünülsün diye..

Bir mektup daha..

Bir mektup daha.. ister misiniz..?

 

(05.02.2011)

 

AV. RAMAZAN KERPETEN (ramazan@kerpeten.biz)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.