Yaşadığımız bu dünyada bazı insanlara özeniriz. Hep onların hayatları gibi bir hayata sahip olmak geçer içimizden. Yerinde olabilmeye can atarız. Sizin de olmuştur. Bunu söylemesek de içimizin bir yerinde gizli duygular kendini ele verir.
Bendeniz de bir insanım. Öyle olunca benimde böylesi duygularım olmuştur. Bu yazımda sizi bir güzel insanın destansı hayatına götüreceğim. Sa’d amcanın ben dünyasına talip olamadım. Ona hiç de gözüm kesmezdi. Ancak, imkânım olsa onun ahretine talip olmak isterdim. Ben onun hayatından ve mücadelesinden böylesi bir ümit ve beklentiyi hissediyorum.
Burkina Faso’nun uzak bir köyünde Sa’d amcamız vardı. Siz onu hiç tanımadınız değil mi? Keşke tanısaydınız... Belki de bana soracaksınız: “Sen tanıdın da ne ibret aldın?” onu da tam olarak bilemiyorum. Ancak ben onu sevdim. Bilirim ki hayattayken o da beni severdi. Öyle söylemişti... Bu sevgi bir işime yarayabilir.
Sa’d amcanın kısa hikâyesini dört yıl kadar önce başka bir mecrada yazmıştım. O dönemde yazılarımı takip edenler bilecektir. Hatta bir kardeşimiz, onun hayatını bir belgesel veya filme aktarmayı düşündüğünü yazmıştı. Sonra olmadı sanırım. Bir daha yazışmadık.
Ben Sa’d amcayı gördüğümde hep Ebu Zerr el- Gıfari’yi (RA) gördüğümü düşünürdüm. Zira Allah’ın habibi (SAV) onun için “Yalnız yaşar, yalnız ölür ve yalnız haşrolur” demişti. Ben bu çağdaş sahabenin yalnız yaşadığını görmüştüm. Meğer ölümü de öyle olacakmış.
Sa’d amca bundan 50 / 60 sene önce gençlik yıllarında bir tevafuk eseri Müslüman olmuş. Köyün ilk ve tek Müslümanı... Kendisine yapılan her türlü işkenceye, dışlamaya sabırla direnmiş. Köyden çıkıp kaçması, başka bir yere gitmesi teklif edilmiş. O buna karşı çıkmış. “Ben gidersem bu köyde Allah'a secde eden kimse kalmaz...” diye cevap vermiş. Evlilik yaşı gelmiş kız vermemişler. Hatta çevre köyleri de vermemesi için ikna etmiş / korkutmuşlar.
Sonra köylü onun bu haline zor da olsa alışmış. Yaşlandığında köye bir grup Müslüman gelmiş. İslam’ı tebliğ etmişler. Köyde Müslümanlar çoğalmaya başlamış. Sa’d amca ikinci kez doğmuş sanki... Köylerine inşa edilen mescidin daimi müezzini olmuş. Nasıl olmasın ki yıllarca hayalini kurduğu müjdeli habere ulaşmış. Artık onun köyünün de bir mescidi var ve orada ezan okunuyor. Beş vakit namazda dün kendisine düşmanlık edenlerle birlikte namaz kılıyor. Cuma günleri Cuma namazı eda ediliyor büyük bir cemaatle...
Biz onunla en son dört yıl önce görüşmüştük. Sağ kolunun pazılarını gösterip “Ben güçlüyüm daha... Türkiye’ye gitmek istiyorum” demişti. Birbirimize sarılıp gülümseme diliyle anlaşmıştık. Uzun zamandır o köye hiç yolumuz düşmedi.
Nihayet o köye yolumuz düşünce mescitte kendisini göremedim. Namazdan sonra merak edip durumunu sordum. Acı haber tez duyulur derler bizde ama bu acı haber geç gelmiş. Yaklaşık bir yıl önce vefat etmiş. Hem de ne vefat etmek...
Ömrünün son günlerinde küçük evinde hayatı zorlaşmış. Sonra akrabaları onu zorla alıp evlerine götürürmüşler. Yalvarmış, yakarmış, direnmiş ama buna engel olamamış. Köydeki diğer Müslümanlar da buna engel olamamış. Hatta eve girerken iki elleriyle kapının kenarlarından tutmuş ve girmemek için zorlamış, kendisini dışarı atmış. Ancak tüm bu çabalar işe yaramamış. Sonra da eve katmışlar. Burada ne kadar kaldı, son günlerinde nasıl bakıldı, ne yiyip ne içti bilemiyoruz. Sonra vefat etmiş. İşin daha kötüsü adamlar cenazeyi Müslümanlara teslim etmemişler. Cenazesi yıkanmadan, kefenlenmeden, bir grup Müslüman tarafından cenaze namazı kılınmadan defnedilmiş.
Burada bizim köyler gibi toplu mezarlıklar yoktur. Her ailenin evinin yanında kendi mezarlığı vardır. Köylerde yaygın olarak bulunan putperest inancının sahipleri ölüm sonrasına da inanmadıkları için evlerinin kenarında bir çukur kazarlar. Ölülerini buraya gömerler. Sonra yeni birisini aynı yere tekrar gömerler. Müslümanların ve Hristiyan aileler evlerinin yanına kabirleri yan yana yaparlar. Müslümanların kabirleri çoğunlukla bir süre sonra kaybolur gider.
Sa’d amcaya ne mi olmuş? Onu evlerinin içindeki böyle bir çukura defnetmişler. Ailenin dışında kimse giremediği için yerini de tam bilmek zor. Buna rağmen “onun kabrini ziyaret edebilir miyiz?” diye sordum. Bunun çok zor olduğunu ve muhtemelen izin vermeyeceklerini söylediler. Daha sonra soracaklar ve belki başka bir zaman...
Bize de sadece gıyaben bir cenaze namazı kılmak ve arkasından dua etmek kaldı. Böyle bir Allah dostu, bir İslam fedaisi dünyadan göçtü. Şunu biliyorum elbette; hiç birimiz bu dünyada baki değil... Daha bir gün önce Konya’dan gelen acı haber bizi hüzne gark etmişti. Lise sınıf arkadaşım değerli dostum Sami Fatih YÜCE’NİN vefat haberiyle sarsılmıştık. Bugün de Sa’d amca...
Evlenmemişti, çocukları falan da yoktu. Akrabaları ise yıllardır ona düşmandı. Son bir hınçla onu Müslümanlardan ayırdılar. Arkasından ağlayanı olmuş mudur bilemem... Sanırım o da bize düştü.
Hiç görmediğiniz ve tanımadığınız böylesi mücahit ruhlu bir Müslümana Fatiha okumak ister misiniz? Buyurun o zaman...