Geçen hafta 18 Mart Çanakkale Deniz Savaşı Zaferi'nin yıl dönümü münasebetiyle bütün yurtta törenler vardı. Doğal olarak Konya'da da bir salonda tören yapılacak. Bu programı hazırlama görevi Konya'daki Türk Telekom Sosyal Bilimler lisesine verilmiş.
Programa bizim okuldan bir grup öğrenci, bir idareci, birkaç öğretmen katılması gerekiyor. Bu nedenle programa katılma görevi de bize düştü. Eyvallah dedik. Öğrencilerimizi alıp gittik, salonda yerimizi aldık. Sicim gibi rahmetin yağdığı bir gündü.
Biraz sonra şehrin mülki erkânı geldiler ve program başladı. Önce farklı dallarda yapılan yarışmalara katılan ve bu yarışmalarda derece alan öğrencilere ödülleri verildi. Uzun selamlama konuşmalarının olmaması çok güzeldi. İsimlerinden anladığım kadarıyla kazanan öğrencilerden ikisi Türkiye doğumlu değildi. Birinin Suriye diğerinin Afgan olduğunu sanıyorum. Yani Çanakkale Zaferi ile ilgili bir şeyler söylemek, duygu ve düşüncesini ifade etmek için Türkiye'de doğmaya ve Türkoğlu Türk olup Türk adı taşımaya da gerek yokmuş. Onu da gördük. Burada bizim için hamt edilmeye değer bir durum vardır sadece.
Ödül törenin arkasından lisemizin hazırladığı programı izledik. Güzel bir program olmuştu. Çanakkale muharebeleri canlandırılıyordu. Orada bir asker ayağa kalktı ve güzel bir ezan okudu. Arkasından cemaatle namaz kıldılar. Namazı bir rekât olarak kıldılar mecburen. Ama doğrusu ezanı dinleyince duygulandım. Çünkü burası İmam Hatip Lisesi değildi. Lakin anladığım kadarıyla bu öğrenci hayatının bir yerinde dini bir tedristen geçmişti. Zira okuduğu, ağzına yakışıyordu. Namazı kıldılar, son mektuplarını yazdılar, helalleştiler ve muharebeye katıldılar. Cephedeki bütün askerler şehit oldu.
Savaştan önce yarısına kadar okunan Çanakkale şiirini bir kız öğrencimiz tamamladı. Kıyafeti ile ayrı bir ilgi odağı olan bir kız öğrencimiz hayatta dinleyebileceğim en güzel yorum ve melodi ile “Yemen türküsünü” söyledi.
Bunların hepsi güzeldi. Ben bir taraftan önümüzde bir seçim olduğunu, bu seçimde ülkemin farklı bir tercihe yönelmesi halinde seneye bu tarihte yine bu salonda bir Çanakkale programı izlemeye gelirsem nasıl bir program izleyeceğimi düşündüm. “Onda da ezan okunur muydu? O günde de sembolik bile olsa sahnede bir namaz kılınır mıydı? O programda da başörtüsüyle sahneye çıkan bir öğrenci şiir okuyabilecek miydi?” diye düşündüm.
Sizi bilmem ama bende kaygı oluştu. Bunların olamayacağından yani bugünkü bu güzelliklerin tırpanlanmayacağından, işlerinin ters dönmeyeceğinden emin olamadım. Bunları düşününce içime kor gibi bir şey aktı. Çünkü ben 28 Şubatın o dondurucu ayazını da biliyorum. O dönemleri de fiilen yaşamış bir ülke vatandaşıyım.
Sonra okula geldim ve idari bir değerlendirme toplantısına katıldım. Toplantıdaki mevzulardan birisi de “Bu yıl okulumuzun orta kısmından mezun olacak başarılı öğrencilerimiz bizde kalırlar mı? Yoksa bunlardan bir kısmı daha yüksek puanla öğrenci alan okullara giderler mi? bunun için neler yapılmalı?” Ben de orada söz alıp şunu söyledim; “Arkadaşlar, bu öğrencilerin bizde kalması güzel olur. Ama bizden başka bir yere giderlerse ben asla ona da üzülmüyorum. Zira biraz önce izlediğim Çanakkale zaferinin anma töreninde Konya Sosyal Bilimler Lisesi’nden bir öğrenci ezan okudu. Bu ezanı o okulda öğrenmiş olma ihtimali zayıf. Öyleyse bizden veya bizim gibi bir okulun rahle-i tedrisinden geçmiş. Öyleyse bu öğrencileri biz elimizde eğitebildiğimiz süre içerisinde eğitiriz. Verebileceğimizi veririz. Sonra nereye giderlerse gitsinler bizim tohumlarımız orada yeşerecektir. Allah'ın izniyle bunun için kaygılanmaya gerek yok.” Onlar da buna hak verdiler.
Sizi bilmem ama ben Çanakkale Zaferi ile ilgili bir sonraki yıl yapılacak törenlerde ezanın, namazın ve dini görüntülerin yok olmaması için dua ediyorum.
Allah bize acı günler göstermesin.