Yusuf Kardâvî, Nedvî'nin özgeçmişini anlattığı kitabında, yukarıda geçen, Nedvî'nin benimsediği ve İmam-ı Rabbânî'de kamil temsilini bulan ıslalahat yöntemini açıkladıktan sonra şu cihetlerden tenkid etmiştir:
1. Bu yöntem gerçekçi olmaktan çok ideal, hatta ütopik olandır.
2. Hükümdarlıkla yönetilen topluluklarda başı ıslah etmek, gövdeyi (halkı, geri kalanları) de ıslah etmektir. Ama bugün yönetim şekli değişmiştir, baştakiler de durmadan değişmektedir.
3. Bugün ümmetin dinî hayatına zarar veren düşünce ve hareketler hükümdarlardan, yöneticilerden ziyade ülkelerin bir kısım seçkinlerinden, okumuşlarından, "aydınlar"ından gelmektedir ve mücadelenin muhatapları değişmiştir.
4. Bu yöntem İmam-ı Rabbânî gibi müstesna mürşidlerle başarıya ulaşabilir, ama bu mürşidleri her zaman ve her yerde bulmak mümkün değildir.
Farklı islamcılık örnekleri ve aralarındaki yöntem tartışmalarını bize göre şöyle noktalamak mümkündür:
Müslümanlar için nihai hedef bellidir ve sabittir (kamil manada ve bütün alanlarda İslam'ı yaşamak ve yaşatmak). Nihai hedefe götüren adımlar ile her bir adımda uygulanacak usul ve araçlar ise şartlara göre değişir ve bunu da belirleyecek olanlar Rabbânî alimler, samîmî ve mücahid islamcılardır.
İslamcı cemaatler arasındaki farklara ilave olarak bir cemaatin değişik zaman ve mekanlardaki yöntem farklarından da bahsetmek mümkündür. Mesela Mevdûdî'nin Cemâati her zaman ve her yerde aynı yolu izlemedi. 1947 yılında sömürgeciler, Ulusal Kongre ve Müslüman Birliği partilerinin talebini kabul ederek ülkeye bağımsızlık vermeyi ve ülkenin ikiye bölünmesini (Hindistan Devleti ve Pakistan İslam Cumhuriyeti) kabul ettiler. Cemâat da Hindistan, Pakistan ve Cammu-Keşmir Cemaatleri şeklinde üçe ayrıldı.
Bölünmeden sonra Hindistan'da ve Cammu-Keşmir'de İslam ve Müslümanlar büyük meydan okumalarla, güçlüklerle, problemlerle karşılaştılar. Bunlara karşı mücadele edenlerin başında Cemaat geliyor ve şu vasıtaları kullanıyordu: Müslümanlara ve gayr-i Müslimlere yönelik çağrı (tebliğ), çeşitli Hindistan dillerinde kitap, dergi ve gazete yayınları, okullar ve enstitüler kurup işletmek, davet ve tebliğ işini hakkıyla üstlenecek kişiler yetiştirmek, halkı şuurlandırmak, Kur'an-ı Kerim'i ve İslam'a ait kitapları çeşitli Hind dillerine çevirip yayınlamak, Müslümanların birlik olmaları için çaba göstermek... (Siyaset yok).
Pakistan'da benzer problemler yanında farklı bir temel problem vardı. M. Ali Cinnah vefat ettikten sonra (1948) Pakistanlı liderler ve yöneticiler -Yeni devletin rejimi İslâmî olacak diye karar alınmış olmasına rağmen- rejim konusunda farklı ve muhalif konuşmalar yapmaya başladılar. Müslümanlar birliği Partisine katılan komünistler, sömürgecilerin işbirlikçileri, değerlerine yabancılaşmış yerli aydınlar, Kadiyânîler, sünnete cephe alanlar... İslâmî rejimden yan çizmek isteyenlere destek veriyorlardı. Bütün bunara karşı Cemaat, "İslâmî bir anayasa yapılması, İslam kanunlarının uygulanması, Kur'an ve Sünnet ile bağdaşmayan kanunların iptal edilmesi için canla başla çalışmaya koyuldular (Siyaset var).
Bu yazıların sonunda "İslamcılara ne oldu, neredeler?" sorusuna şu cevabı vermek isterim: İslamcılar her zaman, her yerde, nihai hedefleri değişmeksizin şartlara uygun duruş, davranış ve yöntemlerle vardır, var olmaya devam edeceklerdir.