Çok iyi anımsıyorum: Ben çocuk yaşlardayken, bizim "küçük", "temiz", "naif" ve alabildiğine "İslami" gettomuzda, bırakın içki bulundurulan bir restorana adım atmayı, içki satan bir dükkándan alışveriş bile yapılmazdı...
İçki asla ve kata içilmezdi, içene de genellikle iyi gözle bakılmazdı...
Kaide buydu, kültür buydu, inanç buydu, anlayış buydu, yetişme biçimi buydu...
Sadece içki mi? Deniz kıyısında tatil de yapılmazdı... Bankalara "faiz illetine bulaşmış günahkár mekánlar" muamelesi çekilirdi... "Defile" falan olayları yıldızlar kadar uzaktı gettomuz için...
* * *
Ama gün geldi, devran değişti, bunların her birinin bir alternatifi yaratıldı...
"Finans kurumu" adı altında bankalar türedi, deniz kıyısında "İslami oteller" açıldı, "tesettür defileleri" düzenlenmeye başlandı...
"Boğaz'da içkisiz restoran" alternatifinin mucidi de Tayyip Erdoğan oldu...
Erdoğan, İstanbul'a belediye reisi olduğunda şöyle bir baktı ve "güzelim" Boğaz'da tek bir içkisiz mekán bile bulunmadığını fark etti...
İşte o zaman dedi ki: "İçki içilen yerlere adımını bile atmayan insanlarımız var. Onların Boğaz'ın güzelliklerinden yararlanmaya hakkı yok mu? Ben belediyeye bağlı bütün köşklerde, kasırlarda ve boğaz restoranlarında içkiyi kaldırıyorum."
Kaldırdı da...
Kıyamet koptu... "Yaşam tarzına müdahale" denildi... "Bunu yapamazsınız" denildi...
Ama Tayyip Erdoğan direndi... "Beltur" adı verilen belediye şirketinin işlettiği mekánlara bir damla içki sokmadı...
* * *
O zamanlar bir orta yol bulunamaz mıydı?
Kamuya ait bu mekánlarda, hem "içki içilen yerlere adımlarını atmak istemeyen yurttaşlar" için, hem de "içki içilen yerlere gitmek isteyen yurttaşlar" için ayrı alternatifler oluşturularak daha "eşitlikçi" bir tutum izlenemez miydi?
İzlenebilirdi... Ama Tayyip Erdoğan, o dönemin siyasal konjonktürü gereği pek o havalarda değildi...
Sonunda ne oldu? Şöyle oldu:
Tayyip Erdoğan Başbakan oldu... Ve "Benim içkili yerlere gitmeyen yurttaşlarım ne olacak?" şeklinde gayet masumane ve bence haklı bir sorudan yola çıkılarak başlatılan uygulama hiç esnetilmeden, aynen devam etti...
Yani "Milli Görüş" bırakıldı ama herhangi bir "eşitlikçi" uygulama arayışına geçilmedi...
* * *
Gelinen son nokta şudur:
Tam da her şey kanıksanmış, "Benim içkili yerlere gitmeyen vatandaşım ne olacak?" meselesi gündemden düşmüşken...
Moda adı verilen asri semtimizde, semt ahalisinin bütün itirazlarına karşın Moda İskelesi'ndeki küçük içkili restoran Beltur'a geçti ve içkisiz hale getiriliverdi...
Şimdi Moda'da bu değişim her hafta protesto ediliyor... Dünya televizyonları da bu eylemi haber yapıyor...
Geçen gün Moda'da iskelenin tam karşısında, şimdi bomboş ve ıpıssız kalmış "içkisiz restoran"a uzaktan bakarak bunları düşündüm...
Ve kendime şunu sordum:
"İsteyen içsin, isteyen içmesin" ilkesinin sıklıkla anımsatıldığı, "Senin içkine karışan mı var?" denildiği bir dönemde, bu uygulama hangi yaraya merhem oluyor acaba?
Gökçek versus Karayalçın
BİR: Karayalçın nezaketiyle döver, Gökçek ise bildiğiniz ya da bilmediğiniz her tür yöntemle...
İKİ: Melih Gökçek "yardım paketi politikası"na düşkündür... Karayalçın ise "kaliteli yardım paketi politikası"yla buna cevap verir...
ÜÇ: Karayalçın, Melih Gökçek ile Turgut Altınok arasındaki mücadeleden bir şeyler çıkarma umudundadır... Melih Gökçek ise Murat Karayalçın ile Deniz Baykal'ın arasını açmaya çalışmakla meşguldür...
DÖRT: Melih Gökçek "sağduyulu" solculardan oy istiyor... Karayalçın ise "solduyulu" sağcılardan oy istiyor...
BEŞ: Karayalçın'ın geçmişinde Kürtlerle dans vardır, Melih Gökçek'in geçmişinde ise "Tayyip Erdoğan'a başkaldırı denemesi" vardır...
Numan Kurtulmuş tutmaz
HİÇ boşuna heyecanlanmayın...
Bu saatten sonra ne Saadet Partisi'nden bir şey olur, ne de Numan Kurtulmuş'tan...
"Saadet'ten neden bir şey olmaz?" sorusunun yanıtını vermek kolay: Çünkü bu parti, siyasi söylemini yenilemek bir yana, 1970'lerdeki siyasi söyleme sarılacak kadar geriye gitmiştir...
Numan Kurtulmuş'a gelince...
Kurtulmuş, hayatta görüp görülecek en çekingen, en pasif, en risk almaz politikacılardandır...
En başta "Ne olur ne olmaz" diyerek Tayyip Erdoğan hareketine katılmadı... Sonra gururuna yediremediği için harekete dahil olmadı... Saadet'te ise bir iki başkaldırı denemesi yaptı ama sonra yine "uslu çocuk" oluverdi... Yani dibe vurmuş bir partide bile doğru dürüst bir liderlik mücadelesi veremedi.
Bana kalırsa...
Numan Kurtulmuş gibi garantici bir politikacı, değil kitleleri ayağa kaldırmak, kendi küçük camiasına bile heyecan getiremez...