MEŞHUR Çin seddinin bir kısmı topraktandır, bir kısmı taştan. Bu taştan kısım yapılırken bir imparator zamanında, her günün sonunda müfettişler ellerinde birer çivi kontrol eder ve duvarda çivinin gireceği kadar delik bulurlarsa yapan ustayı hemen idam ettirirlermiş.
Doğru veya değil, bu rivayet bize çok önemli bir ölçü veriyor.
Yüzde 95'lik bölümü zelzele bölgesi olan ülkemiz son elli yılda göz göre göre çürük çarık milyonlarca bina ile dolduruldu.
Mimarlık insanlığın belki de en eski mesleği. Bu sanatın Romalı pîri Vitruvius bir binada üç ana unsur olmalı diyor: Sağlamlık, hangi iş için kullanalıcaksa ona uygunluk ve bir de güzellik.
Biz üçünü de ihmal ettik.
Ülkemizi çürük, kullanışsız, çirkin binalarla doldurduk.
Mimarlık konusunda Bizans'ın ve Osmanlı'nın eline değil, ayağına su dökemez modern yapı ustalarımız.
Eskilerin nice anıt binasında altın oran var. Yenilerde yok.
Osmanlı'nın en son yaptığı ve hizmete açtığı âmme binası Sultanahmet'teki hapishanedir. Şimdi beş yıldızlı bir otel olarak hizmet veren bu binanın önünden geçiniz ve giriş kapısına, cephesine dikkatle bakınız. Mermerler, işlenmiş taşlar, kitabeler, çiniler, balkon, pencerelerdeki ve kapıdaki sanat... İçeriye giriniz, o harika iç bahçeyi görünüz. Osmanlı, can çekiştiği bir zaman dilimi çinde, süflî bir hizmet verecek olan bu binayı bir sanat şaheseri olarak dikmiştir.
Bendeniz gençliğimde tutuklu olarak burada kaldım, içini de dışınız da iyi bilirim.
Yapı işleriyle kültürün ve ahlakın ilgisi var mıdır? Kesinlikle vardır.
Kültür ve ahlak yetersizse sağlam ve güzel bina yapılamaz.
Eskiden büyük camilerin harcında yumurta akı kullanıldığı söyleniyor. Zamanla demir gibi sert ve sağlam bir harç olurmuş.
Son elli altmış sene içinde deniz kumuyla çürük binalar yapanlar ne mimarlık, ne de ahlak konusunda geçer not alabilir.
Sekiz katlı lök gibi bir apartman. Altında büyük bir mağaza yahut teşhir yeri oluşturmak için kolonları kaldırıyorlar. Bunu yapanlar hem cahil, hem katildir.
Hatırlıyor musunuz, Konya'da bir Zümrüt apartmanı vardı, durup dururken yıkılmış, yassı kadayıf gibi olmuş, enkazının altında yüzden fazla vatandaş can vermişti.
Tabancayla adam öldürmek.
Bıçakla adam öldürmek.
Trafik kazasıyla adam öldürmek.
Zehirleyerek öldürmek.
Ve çürük çarık binalar yaparak adam öldürmek.
Tabancaya aynı anda birkaç kişi öldürülebilir ama Zümrüt apartmanı ile aynı anda yüz kişi öldürüldü.
Mimarlığın ve şehirciliğin en büyük düşmanı rantlar ve rantçılardır.
Rantçı ne demektir?.. Onun dini imanı paradır, maddî çıkardır, kolay kazançtır.
Bilgeliğin temel prensiplerinden biri "Emanetlerin ehline verilmesidir". Emanetleri ehline vermezseniz binalar çürük olur.
İstanbul'un nüfusu 4-5 milyonu geçmemeliydi, geçirilmemeliydi. Biz ne yaptık? On üç milyon diyenlere/gösterenlere aldanmayınız, şu anda yirmi milyonu geçmiştir.
Nüfusu bizden fazla olan Almanya'nın Berlin'i beş milyon, İstanbul yirmi milyon...
Türkiye'nin en geniş, en kârlı sektörü hangisidir? Yapı, bina, mesken, inşaat sektörüdür.
Bizde deprem edebiyatı yapanlar mangalda kül bırakmıyor ama uygulamada, realitede durum dehşet vericidir.
17 Ağustos depremi gözümüzü açamadı.
Rant ve bina hırsı vicdanlarımızı kararttı.
Büyük bir depremde evsiz kalan halkın çadır kurabileceği alanlar bile binalaştırıldı.
Müzmin bir sarhoş bilemediniz yarım kilo rakı içer, zom olur, sızar.
En azgın bir zampara günde bir kadınla birlikte olur, o da bir kenara çekilir.
Bir eroinman bir miktar toz alır, keyfini bulur.
Lakın azgın ve azılı rantçılar için sınır yoktur. Bir milyon kazansa doymaz, yüz milyonu olsa yeter demez, milyarder olsa yine doymaz. O, kudurmuş gibidir, para ve rant uğrunda yapmayacağı yoktur.
Ülkemizi bir uçtan öbür uca çürük, sanatsız, şekilsiz binalarla dolduran asıl suçlular kimdir?
Bozuk düzendir.
Bozuk düzenin adamlarıdır.
Bozuk zihniyet ve bozuk kültürdür.
Bozuk ideolojidir.
Bozuk eğitimdir.
Cumhuriyet rejiminin ana/temel prensibi erdemdir.
Erdemin olmadığı yerde gerçek cumhuriyet de yoktur.
Bugünkü haliyle İstanbul'da büyük bir deprem olursa Türkiye bütünüyle yıkılabilir ve çökebilir.
17 Ağustos depreminden sonra harekete geçilseydi, gereken bütün tedbirler alınsaydı böyle olmazdı.
Yapılan binaların harcına gerekli miktarda yüksek kültür, yüksek ahlak, bilgelik, vicdan, insanlık konulmazsa işte böyle olur.
Binalar sadece çimentoyla, demirle, taşla, ahşap malzeme ile sağlam ve güzel yapılamaz.
İlle de medeniyet ve kültür lazımdır.
Deniz kumuyla bina yapanlar, o binalara ruhsat verenler, şehri kaçak ve çürük yapılarla dolduranlar katildir.
* (İkinci yazı)
Avrupa Krallıkları
AVRUPA Birliği'ne üye devletler içinde insan hakları, adalet, temizlik, şeffaflık, din ve inanç hürriyeti konusunda en ileride olan ülkelerin hepsi de krallıkla idare ediliyor.
İngiltere, İsveç, Danimarka, Hollanda, Belçika...
AB'ye üye olmayan Norveç krallığı dünyanın belki de en düzgün rejimine sahip.
Bu ülkelerde halk refah içinde.
Krallık rejimi çağdışı gibi görünüyor ama o ülkelerde istikrar ve denge cumhuriyet rejimlerinden daha fazla var.
Temizlik ve şeffaflık notu krallıkların daha yüksek.
Oralarda da skandallar oluyor ama öteki devletlerde olduğu kadar değil.
Krallık rejimlerinde devlet başkanlığı seçimleri yapılmıyor.
Doğu Asya'nın güçlü, zengin, istikrarlı, millî kimlik ve kültürüne bağlı ülkelerinden Japonya'da imparatorluk rejimi var.
Oradaki hanedanın tarihi o kadar eski ki, başlangıcını bilen yok.
Montesquieu cumhuriyet sisteminin temelinin fazilet olması gerektiğini yazar.
Faziletin olmadığı yerde tam bir cumhuriyet olmaz.
Bugün Belçika'da derin bir buhran var ama oradaki krallık birliği koruyor. Krallık olmasa Flamanlarla Vallonlar altı ayda ayrılır, ülke parçalanır.
Bizim cumhuriyetimize gelince:
Çok şükür bütün krallıklardan ve imparatorluklardan üstündür. Temiz değil, tertemizdir.
Kristal gibi şeffaftır.
Adalet en fazla bizde, güven bizde, sosyal barış ve mutabakat hep bizdedir.
En faziletli biziz.
Demokraside Norveç'ten ileriyiz.
İnsan haklarına riayet ve bağlılıkta İsveç bizden çok sonra geliyor.
Hukukun üstünlüğü prensibinde Danimarka, değil elimize, ayağımıza bile su dökemez.