“Anne aman yoğurtlu makarnada sarımsak olmasın!”
Bey dayı köyümüzün misafiri, herkesin işinde gücünde yardımcı olarak hayatını kazanan, sessiz sedasız, kendi âleminde yaşayan bir garip. Ben onu ilkönce babamın işlerinde yardımcı olurken tanıdım. Büyük küçük her erkeğe “bey” her kadına da “hanım” diye hitap ederdi. Bu tarzı dolayısıyla adını çok sonradan öğrendiğimiz bu garip kişiye herkes “Bey Dayı” diye hitap ederdi. Bey Dayı’yı çağırın, Bey Dayı’ya götürün, Bey Dayı aşağı, Bey Dayı yukarı vesselam.
Bey Dayı aslen Erzurumlu, bekâr, kimi kimsesi yok. Gurbete çıkmış yol onu bizim köye kadar getirmiş, hayatının bir kısmını köyümüzde geçirmişti. Çok kibar konuşurdu, neden biz çocuklara bile “bey” “hanım” diye hitap ederdi bilmiyorum. İstanbul’un Ortası kitabında yazdığı üzere “İstanbul’un en meşhur, en önemli özelliğinin terbiye, konuşmaya özen göstermek, düzgün konuşmak” olduğunu mu biliyordu yoksa zamanın genel geçer bir âdetimiydi bilmiyorum. Ama o günden bugüne onun hali ve tavrı hatırımda yer etmiştir.
Köye ait tek göz bir odada kalır, bazen yemek gönderenler olsa da yemeğini kendisi yapar, çamaşırlarını köy çeşmesinin bir kenarında yıkar, biz çocuklardan da pantolon gibi biraz büyük sayılan eşyaları durulamak için sıkarken bir ucundan tutarak yardımcı olmamızı isterdi. Bizler de çocuk gücümüzle pantolonu bir tarafından tutar o sıkmak için çevirdikçe burkulan pantolonun elimizdeki tarafının sabit kalması için güç gösterisi yapmaya cesaret ederdik.
Sık sık babamın ve evimizin işlerinde yardım etiğinden onu daha fazla görenler arasında sayılırım. Her sabah işe giderken babaannem öğle yemeğinde ne istediğini sorar o özel bir şeyler istemese de bir konuda sıkı sıkıya tenbihatta bulunurdu “aman anne eğer yoğurtlu makarna yapacaksan sarımsak koyma!” diye. Bu konudaki hassasiyetinin sebebini sorduğumda bana “ İbrahim Bey bir gün Cuma namazına giderken sarımsaklı yoğurtlu makarna yedim. Camide aynı safta durduğumuz birisi bana “utanmaz adam, camiye gelirken sarımsak yenir mi?” diye çok ağır söz söyledi ogün bugündür sarımsak yemem” diye cevap verdi.
Bazen köyün en tatlı su kaynağı olan Sıvat’tan su alırken onunla karşılaştığımızda hemen hayal kurmaya başlar ve eğer imkanı olsa çeşme ve etrafını nasıl düzenleyeceğini, nasıl beton atacağını, merdivenleri, çeşmesi ve deposunun nasıl olacağını uzun uzadıya anlatır, derin bir aah çekerek imkansızlıktan yakınırdı.
Bey Dayı köyümüzdeki misafirliğini tamamladıktan sonra Üsküdar’a yerleşti. Uzaktan uzağa bir kahvede çalıştığını, çaycılık yaptığını duyuyordum ama kendisini uzun zaman görmemiştim. Bir gün, Üsküdar’da sanırım şu anki Belediye binasının yanındaki otoparkın yakınında Kara Davut camisini gören bir yerde olan köy otobüsümüzün (Nurinin Postası) yazıhanesine gittim ve beklemeye başladım. Uzun zamandır görmediğim Bey Dayı çıkageldi ve bana “İbrahim Bey bir yere ayrılmayın hemen geliyorum” diyerek gitti, elinde üç adet limonla döndü. Sonra bana “bu limonu Aşır Efendi dedenize, bunu Cafer Bey’e, bunu da Hüseyin Bey’e verin. Çok çok selam edin, onların bana çok hakkı geçti, benim onları unutmadığımı hala hatırladığımı, sevdiğimi ve hürmet ettiğimi söyleyin. Böylesi basit bir hediyeyi kendilerine gönderdiğim için de bana kırılmasınlar ben fakir bir insanım, gücüm buna yetti, haklarını helal etsinler” diyerek oradan ayrıldı gitti.
Bey Dayı’ya 1980 öncesi anarşi olayları sırasında çalıştığı kahvede ya da başka bir yerde kör bir kurşun isabet etti ve bu dünyadan göçtü gitti. Kimbilir hangi mezarlıkta yatıyor? Kimi kimsesi olmayan adı sanı unutulanlara yapılan dualardan nasibini alıyor garip insan. Allah rahmetiyle muamele etsin. Kendisine yapılan iyilikleri bir limonla dahi olsa hatırlayıp gönül alan Bey Dayı’nın hatırı hoş, mekanı cennet olsun.