Evet. Doğru okudunuz. Gerçekten sevmem. Hatta biz de bir laf vardır: “Misafir, ne kafir,” derler.
Ben misafir sevmem. Bana gelecek kişi ev halkından biri gibi olmalı. En başta geleceği için üzülmemeli, gitsin diye gözüne bakmamalıyım. Elim titreyerek kahve götürmemeliyim, hatta sakarlık yapıp kahveyi döktüğümde “Dur, ben sileyim,” diyebilmeli. “Ben” olmalı benim kadar samimi olmalı, yanlarında yemeğimi yapıp, bulaşığımı yıkayabilmeliyim…
Ben misafir olmayı da sevmem… Gittiğim evde oturduğum yerden her kalkışımda kırışan örtülen düzeltilmemeli, ikram edileni kaza ile döküp saçtığımda yan gözle bakıp dudak kıvrılmamalı, nezaketen “ Olsun ben toplarım” derken gözlerinden “Eyvah! Gitti güzelim halı, leke kalacak mı acaba?” diyen gözlerle bakmamalı…
Ya siz? Misafirinizi rahat ettirenlerden misiniz, yoksa diken üstünde oturtanlardan mı?
Aslında ben “Misafir” sözcüğünü sevmem… Bilirsiniz ki; bu sözcüğün içine sığmış kalıplaşmış yargılar ve kurallar vardır.
Mesela ilk kez gittiğiniz eve küçük bir hediye götürmek bir inceliktir. Bu bir çiçek, bir tatlı veya işine yarayacak bir şey olabilir.(Helikopter pervanesi olmaz.) Giderken ev sahibine haber vermeden yanınızda başka bir misafir götürmek büyük bir kabalıktır. “Misafir misafiri sevmez, ev sahibi hiç birini sevmez” atasözünün bu konuyla ilgisi yoktur.
İkincisi: Misafir ev sahibini zora sokacak isteklerde bulunmaz, mesela akşam yemeğine davet ettiler diyelim. Mantı yiyorsunuz, “Sumak alabilir miyim?” gibi ilginç bir istek eğer evde sumak yoksa ev sahibinin mahcup olmasından başka bir işe yaramaz. Bunun içinde “Misafir umduğunu değil bulduğunu yer” demiş atalarımız.
Üçüncüsü: Misafirlikte on yaşından küçük çocuklar lavaboya tek başına gönderilmez. Sonuçta ne kadar samimi olursanız olun orası sizin eviniz değildir. Çocuğunuzu çok tanımıyor da olabilirsiniz. Şunu da söylemeden edemeyeceğim, gittiği yerde çocuğunu ortaya bırakıp kendini lafa ve ikrama kaptıran bayanlarda çok ayıp ediyor doğrusu. Çünkü hiçbir ev sahibi “Çocuğuna mukayyet ol, evi altüst etti,” demez, hepsi birbirinden incedir; “Olsun bırak oynasın, kırmışsa kırmış, canı sağ olsun!” der
Dördüncüsü: Misafir meraklı ve araştırmacı kimliğini yanında götürmemelidir. Sürekli merak içinde evi inceleyen, orada burada ne var diye gözü dört dönen misafiri kimse sevmez. Hele kendi başına odaları gezenler yok mu? Çok ayıp çok…
Amerika’da büyümüş bir arkadaşım var adı Elif. Türkiye’ye yerleştiklerinde lise çağlarındaymış. Annesiyle bir öğle oturmasına gitmişler. Elif, gittiği evde bir ara kalkıp mutfağa gitmiş, buzdolabını açmış, ev sahibi gelip durumu görünce şaşırmış tabi. “Ne aramıştın canım?” diye sormuş, Elif de “Yoğurt bakmıştım ama…” deyince ev sahibi gülmüş. Neyse yoğurdu vermiş ve tekrar garipçe gülümsemiş. Annesi Elif’in burnundan getirmiş: “Burası Türkiye kızım, böyle şeyler ayıptır burada,” demiş. Tabi nedenini anlatmakta biraz zorlanmış o zamanlar, Elif bunu anlatırken hâlâ utanır. Artık öğrenmiş buranın örf ve adetlerini.
Beşincisi: hasta ziyareti kadar kısa olmasa da oturma süresini abartmamak lazım. Bazen de “Biz kalkalım,” diyenlere sırf ayıp olmasın diye “Otursaydınız, daha erken, ne güzel muhabbet ediyorduk,” gibi yalan söylerler ya ben buna sinir olurum. Misafir de ev sahibini kırmayım diye bin türlü yalan söylemek zorunda kalıyorlar; Evde biraz işim var, komşunun tabağını vermeyi unuttum, başka zaman yine geliriz…
Bakın size bir Kayseri fıkrası anlatayım bununla ilgili;
Bir eve misafir geliyor,ev sahibi cimri, sadece çay ikramı yapılıyor ve muhabbet üstüne muhabbet.Misafirler yüzsüz.Bekliyorlar ki yemek gelsin,geldiklerinden beri bir öğün geçmiş.Ev sahipleri de acıkmış ama onlar gitsin de öyle yiyelim diye kurmuyorlar sofrayı.Akşam olunca bir de yağmur başlamıyor mu?Misafirler bu kez “Yağmur dursun da biz gidelim,” diyerek oturmaya devam ediyorlar.Zaten bahane arıyorlardı.Ev sahibi oturduğu yerden perdeyi aralayıp dışarı bakıyor… Diyor ki: “Ellerin misafirleri saçakların altından,altından gidiyorlar… “Misafir daha uyanık tabi, anlamazlıktan geliyor, o da perdeyi aralıyor ve diyor ki: “Ne yedilerse karınları da şiş şiş gidiyorlar.”
Bir laf vardır, ‘Dostuna bir yedir, düşmanına iki.’ Çok saçma değil mi, düşmanımın benim yanımda işi ne?
Maddeler bitmiyor ki! Çok samimi olmadığınız misafirlerinize maddi sıkıntılarınızdan bahsetmek de çok büyük bir yanlışlıktır. Düşünün ilk kez bir yere gidiyorsunuz, ev sahibi kahve uzatırken maddi durumlarının kötü olduğunu anlatıyor: “Hiç sorma, çok zor geçiniyoruz, daha geçen ay şeker aldık, gelen gidene kahve yapmaktan hemen bitti.” Siz Benim abarttığımı mı zannediyorsunuz, vallahi var böyle lafın nereye gideceğini bilmeyenler…
Eminim ki sizlerin de ekleyeceğiniz pek çok madde vardır. Evinize misafir geldiğinde hepiniz çok özenli davranıyorsunuz, güler yüzle karşılıyor, rahat olması için çaba sarf ediyorsunuzdur. Bir kaç küçük hile ile onları daha mutlu edebilirsiniz. Mesela kadınlar genellikle gittikleri evde hizmete yardım etmek isterler, onlara müsaade ederseniz kendilerini daha iyi hissedeceklerdir. Ya da küçük ricalarda bulunarak, “Ben çayları tazelerken siz camları silebilir misiniz?” Tabi ki şakaydı… “Çekmeceden çay kaşıklarını verebilir misin?”daha gerçekçi olur. Ya da onları can kulağıyla dinleyebilirsiniz. Örneğin; Misafire hiç söz sırası gelmiyor ev sahibi sürekli anılarını anlatıyorsa ortam gitgide sıkıcı bir hal alır. O esnada insanların düşünce balonlarında şöyle bir yazı okunabilir; “Konuyu bağlasa da artık biz tüysek…” Neden olmasın…
Evinize gelen şahıs size değer veriyor demektir. Ne ona ne de bana misafir gibi davranmayın. Yalan dünyada hepimiz misafiriz, bunu unutmayın! Misafirlerinize kendiniz gibi davranın… Dostluklar daha samimi olsun.