Eski bir dost geçen gün “Reyting sistemini yeniden konuşalım” mesajı attı; “Nerede, ne zaman?” diye sormama fırsat kalmadan ‘reytingte şike’ diye adlandırılabilecek geniş operasyon başladı. Medyaya yansıyanlar doğruysa, bazı yapımcılar, tutmasını istedikleri diziler adına evinde ölçüm cihazı bulunan deneklere hediyeler göndererek gönüllerini çeliyormuş...
Gönlü çelinen denek ne yapar? Gönlünü çelenlerin istediği diziyi gün birincisi yapar...
Reyting sistemi bütünüyle güven üzerine oturur. Siz ortalama bir vatandaş listesi çıkarır, bunları gelir gruplarına göre sınıflara ayırır, toplum içerisinde o sınıflar hangi ağırlıkla temsil ediliyorsa 2500 kadar ölçüm cihazını temsilci insanların yaşadığı evlere takarsınız. O evlerde yaşayanlar ellerini uzaktan kumanda cihazına götürdükleri her seferinde, ölçüm cihazı bu davranışı kaydeder... Sonunda kaç evde, kaç cihaz hangi kayıtları yapmış bakılır ve reklâmverenlere her gün buna dair ayrıntılı listeler gönderilir...
Sistemin özünde ‘reklâmveren’ bulunur. Bunların bazısı yabancıdır; deterjan veya diş macunu üreten firmaların temsilcileridir. Yerliler de cep telefonu firmalarında çalışır. Sizin gönderdiğiniz listeye göre reklâm bütçelerini paylaştırırlar...
Aslan payı, bir-iki TV kanalına gider...
Yüzlerce yerel, 50’ye yakın ulusal çapta izlenebilen kanal olduğu halde, ‘reklâm pastası’ denilen havuzdan en büyük payı ‘toplam’ ve ‘AB Grubu’ başlıklı iki ayrı listede ilk birkaç sırayı işgal eden dizilerin yayınlandığı kanallar alır. İki milyar doların üzerine çıkan yıllık TV reklâm gelirlerinin dağılımı zaten âdil değildir; ama izlenme tespitinde hile yapılmadığına dair inanış yüzünden sisteme kimse ses çıkarmaz...
O ‘kimse’ dediklerimin içinde ben yokum. 2008 yılının sonlarına doğru, sistemi ‘içinden’ bilen dostumun gözümü açması üzerine kuşkularımı özetleyen bir ‘Kulis’ kaleme aldım. ‘Bir bilen’ diye andığım dostum, önemli bir medya grubunun kendilerini ‘büyük âfet’ dedikleri olaydan korumaya çalıştıklarını söylemişti.
Şu satırlar o yazıdan: “Tanışım ‘büyük âfet’ dediğinin ‘reyting sistemi’ olduğunu söyledi. Meğer yıllardır hep belli kanalları önde göstermeye yarayan şimdiki sistem değişecek, çok daha sağlıklı yeni bir reyting düzeni getirilecekmiş... / ‘Esas gümbürtüyü o zaman seyredeceğiz’ dedi tanıdığım...”
Gürültüye hazırlık olsun diye yanlışın nasıl yapıldığına örnekler vermeye ileriki günlerde de devam etmiştim, “Acaba verilerle de oynanıyor mu?” sorusu eşliğinde... Onu da okuyalım:
“Verilerle oynanmasını engellemeye yarayan bir sistemleri var bu işte önalan ülkelerin: Verilere insan eli değmiyor oralarda... Deneklerin evlerinde izledikleri televizyona bağlı cihazda biriken hassas veriler sabahın erken bir saatinde ölçmeyi yapan şirketin merkezindeki ana-bilgisayara erişiyor ve program bilgileri listeledikten sonra sonucu ilgili taraflara derhal iletiyor... / Araya hiçbir zaman boşluğu girmeksizin... / Bizde ise, deneklerden şirket merkezine ulaşan bilgiler ilgili taraflara tam dört saatlik bir aradan sonra gönderiliyor... ‘O dört saat içerisinde ne oluyor?’ sorusuna da, ‘Neden hiç bekletmeden gönderilmiyor?’ sorusuna da mantıklı bir cevap verildiğini işitmedim bugüne kadar...”
Yazılarım üzerine üç gelişme yaşandı; bunlardan önce 2 ve 3’ü yazayım: İzlemeyi yapan şirket adına avukatları Gökçe Hanım zehir zemberek bir açıklama gönderdi; yayımladım. Veriler bir süre sonra dört saat erken açıklanmaya başlandı.
İlk yazımın (1 Kasım 2008) ertesi iki günü reytingler öncekilerden farklılaştı. Bana, “Kim sesini yükseltiyor ve mevcut sisteme itiraz ediyorsa, ölçümlerdeki yeri bir süreliğine yükseliveriyor” diye yazdıracak kadar..
Şikâyetleri ciddiye alması gereken TİAK adlı kuruluşun yöneticileri değişti, ardından ölçüm yapan şirket de değiştirildi, şimdiyse ‘reytinglerde şike’ operasyonu başladı...
Ne diyeyim bilemiyorum. Akıllar başa geç geliyorsa suç benim mi?