"Düşes"in başka işi, başka düşü yok herhalde; İngiltere'den Ankara'ya düşüyor, "Türkiye Cumhuriyeti başkenti"ndeki "engelli yurdu"na gidiyor...
Gizlice fotoğraf çekiyor.
Çocukların duvarlara, ranzalara bağlandığına, koridorların kusmuk, "dışkı" koktuğuna tanık oluyor, bunları dünyanın tanıklığına sunuyor.
Yurdun adı bir de "Saray" değil mi!
Gizlice fotoğraf çekiyor.
Çocukların duvarlara, ranzalara bağlandığına, koridorların kusmuk, "dışkı" koktuğuna tanık oluyor, bunları dünyanın tanıklığına sunuyor.
Yurdun adı bir de "Saray" değil mi!
"Kendi aile yaşamı düzensiz" Düşes'in yaptığı işe bak!
Araştırıyoruz zaten; beklim de o görüntüler bizden değil de Romanya'dan.
Çünkü biz yurtlarda hiç bağlamadık kimsesiz çocukları.
Çünkü biz hiç dağlamadık minicik bedenleri.
Çünkü biz ancak burnumuza dayanıp da rezilliği fark edince, hiç ağlamadık içimizdeki zulümlere.
Çünkü bu ülkede değil, üzen amcalar, katleden babalar, intihara zorlayan abiler, iki kardeşi yakan caniler, gösterilere sürüklenmiş çocukların kollarını bükenler, evinin önünde çocuk delik deşik edenler, tecavüze tacize uğramış küçük kızların yaşlarını büyütünce adalete eren hukukçu, tıpçı uzmanlar, kuvözlere yığılmış bebekleri topluca katletmeler.
Tabii ki çok ülkede de böyleleri var...
Ama kendimizdir en ziyade kendi suretimiz; kendimizdir esas iç acımız.
Hiç pişman olmayan pişmanlığımız.
Acıya acıya, acıya nasırlaşmış icraatımız.
Araştırıyoruz zaten; beklim de o görüntüler bizden değil de Romanya'dan.
Çünkü biz yurtlarda hiç bağlamadık kimsesiz çocukları.
Çünkü biz hiç dağlamadık minicik bedenleri.
Çünkü biz ancak burnumuza dayanıp da rezilliği fark edince, hiç ağlamadık içimizdeki zulümlere.
Çünkü bu ülkede değil, üzen amcalar, katleden babalar, intihara zorlayan abiler, iki kardeşi yakan caniler, gösterilere sürüklenmiş çocukların kollarını bükenler, evinin önünde çocuk delik deşik edenler, tecavüze tacize uğramış küçük kızların yaşlarını büyütünce adalete eren hukukçu, tıpçı uzmanlar, kuvözlere yığılmış bebekleri topluca katletmeler.
Tabii ki çok ülkede de böyleleri var...
Ama kendimizdir en ziyade kendi suretimiz; kendimizdir esas iç acımız.
Hiç pişman olmayan pişmanlığımız.
Acıya acıya, acıya nasırlaşmış icraatımız.
"Çocuklar insan görünce korkup çığlık atıyor...
Bir odaya girdiğimde, aynı yatağı paylaşan iki kadın, insan dışkısı içindeki yataklarından ayağa fırladı, hemen hazır ola geçip ellerini arkada kavuşturdular."
Bir odaya girdiğimde, aynı yatağı paylaşan iki kadın, insan dışkısı içindeki yataklarından ayağa fırladı, hemen hazır ola geçip ellerini arkada kavuşturdular."
Kendi memleketimizde böyle bir şeye ilk kez tanık olmayacağız elbette.
Asıl acısı da bu. Şerbetlenmişiz. Şerlenmişiz. Betlenmişiz.
Her bir vakada biraz ayaklanıp sonra küçük dünyalarımıza ve büyük devlet işlerine atarken kendimizi; engelli, engelsiz, kimsesiz çocukları, akıl hastalarını bağlayıveriyoruz yine duvarlara, ranzalara, "esirgeme" mevkilerine.
Ankara yahu orası!
Ey Başkent! Kendi çocuklarını gömdüğün pisliğin ayırtına varabilmek için "York Düşesi"ne mi ihtiyacın var?
Orada Cumhurbaşkanı var, Meclis var, Başbakan var, bakanlar var, Genelkurmay var, Emniyet var, belediye var, kanatlı bürokratlar var.
Gazeteciler var. Her türlü ciddiyeti kovalayan takım elbiselerimiz var. Lacili devlet adamlarına uzayan binbir mikrofonumuz, hiç durmayan kameralarımız, brifinglerde akreditasyonlarımız var.
Ama ne kusmuk görüyor gözümüz, ne dışkı kokusu alıyor burnumuz, ne eli bağlı çocukların çığlıklarını duymuş kulaklarımız, ne gizlice kameraya basıyor parmaklarımız.
Geçmişiz hazırola...
Arkada kavuşmuş ellerimiz!
Belki de o "Saray" Romanya'dır zaten; belki burası sadece "manya"dır usta.
Çünkü, bizim çoluk çocuk andımız şudur ve talimata göre "Çocukların bu andı anlamadan değil, ifade etmek istediği düşünce ve duyguların iyice anlamlarını kavrayarak, onları bütün benlikleriyle duyarak, candan benimseyerek söylemelerine dikkat olunacaktır.":
Yasam (ilkem), küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak.
Bir de "yurdumu sevmek" var ki...
Özellikle "Çocuk Esirgeme yurdu"mun kastedilmediğini bilirsiniz!
Biraz öyle olsa hiç böyle olmazdı zaten.
Asıl acısı da bu. Şerbetlenmişiz. Şerlenmişiz. Betlenmişiz.
Her bir vakada biraz ayaklanıp sonra küçük dünyalarımıza ve büyük devlet işlerine atarken kendimizi; engelli, engelsiz, kimsesiz çocukları, akıl hastalarını bağlayıveriyoruz yine duvarlara, ranzalara, "esirgeme" mevkilerine.
Ankara yahu orası!
Ey Başkent! Kendi çocuklarını gömdüğün pisliğin ayırtına varabilmek için "York Düşesi"ne mi ihtiyacın var?
Orada Cumhurbaşkanı var, Meclis var, Başbakan var, bakanlar var, Genelkurmay var, Emniyet var, belediye var, kanatlı bürokratlar var.
Gazeteciler var. Her türlü ciddiyeti kovalayan takım elbiselerimiz var. Lacili devlet adamlarına uzayan binbir mikrofonumuz, hiç durmayan kameralarımız, brifinglerde akreditasyonlarımız var.
Ama ne kusmuk görüyor gözümüz, ne dışkı kokusu alıyor burnumuz, ne eli bağlı çocukların çığlıklarını duymuş kulaklarımız, ne gizlice kameraya basıyor parmaklarımız.
Geçmişiz hazırola...
Arkada kavuşmuş ellerimiz!
Belki de o "Saray" Romanya'dır zaten; belki burası sadece "manya"dır usta.
Çünkü, bizim çoluk çocuk andımız şudur ve talimata göre "Çocukların bu andı anlamadan değil, ifade etmek istediği düşünce ve duyguların iyice anlamlarını kavrayarak, onları bütün benlikleriyle duyarak, candan benimseyerek söylemelerine dikkat olunacaktır.":
Yasam (ilkem), küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak.
Bir de "yurdumu sevmek" var ki...
Özellikle "Çocuk Esirgeme yurdu"mun kastedilmediğini bilirsiniz!
Biraz öyle olsa hiç böyle olmazdı zaten.