BELKİ !

Ünal SADE

"Birinci Gün - 5 Eylül

İstanbul-Cidde-Mekke

Uçağımız, sabah namazından önce Cidde havaalanına indi. Havaalanından çıktığımızda, Rehberliğimizi yapacak Mustafa’yı bulmamız kolay oldu. Birlikte Umreye geldiğim arkadaşlarım ile tanıştırdım. Sabah namazını kıldıktan hemen sonra Mekke’ye doğru yola çıktık. Mustafa’nın cipi ile yolculuğumuz yaklaşık bir saat süre sürdü. Otele yerleşmemiz ve kısa bir dinlenmemizden sonra lobide buluştuk. Birlikte Kabe’de tavaf, Merve-Safa arasında say görevlerimizi yaptık. Umremizi tamamladıktan ve öğle namazından sonra da otelde dinlenmeye çekildik.

Umreye gitmek için arkadaşlarım ile karar vermemiz kolay olmuştu. Ancak, benim önerdiğim tarih konusunda mutabakata varmamız uzun sürdü. Her konuda olduğu gibi arkadaşlardan birisi itiraz etti. Ekim sonu ya da Kasım’da gitmemizi istiyordu. Yine her zaman olduğu gibi itirazı kabul görmedi ve diğer arkadaşın desteği ile Eylül ayının dördünde umre yolculuğumuz başladı.

İkinci Gün-6 Eylül

Mekke

Sabah namazından sonra sohbet, özellikle de Yakup’un esprileri eşliğinde kahvaltımız neredeyse öğleye kadar sürdü. Öğle namazından sonra önce Peygamber (S.A.S) efendimizin kütüphane-Müzeye dönüştürülen evinin olduğu yere gittik. İkindi namazından sonra Kabe’den çıkmadan, Akşam ve Yatsı namazlarını kıldık. Defalarca tavaf yaptık. Sonra da otelin restoranında akşam yemeği.

Üçüncü Gün-7 Eylül

Mekke

İkinci günün benzeri şekilde geçti. Sayısız tavaf, say ve sürekli kaza, nafile namazlarımız, yatsı namazına kadar devam etti. Ve yatsı namazından sonra akşam yemeği için masaya oturduğumuzda, Rehberimiz Mustafa geldi. Hal hatırdan sonra kendisini ve Arabistan’a yerleşme nedenini anlattı;

“ -Yaklaşık otuz beş yıldır Arabistan ‘dayım. Türkiye’de jeoloji okudum. Askerliğimi Urfa’da yaptım. Terhis olduktan sonra Konya’da yer altı suları üzerine faaliyet gösteren bir firmada çalışırken, firmanın Arabistan’da aldığı iş nedeniyle buraya geldim. Sonrasında da Türkiye’ye dönmedim. Burada yine mesleğim ile ilgili yüksek lisans yaptım. Ve buranın vatandaşı oldum. Sonra da bir Arap firmasında, yirmi beş yıl süresince tüm Arap yarım adasında yer altı suları üzerine çalıştım. Mekke-Medine arasında pek çok yerde su kuyuları açtık. Emekli olunca da Mekke’nin yakınlarında deve çiftliği, Medine’de ise, bir hurma bahçesi aldım. Özellikle Peygamberimizin (S.A.S) gittiği yerlere, konakladığı mekanlara olan merakım yüzünden sadece umre için gelenlere, Mekke-Medine arasında yolculuklarında rehberlik etmeye başladım. Kısaca söyleyeceklerim böyle” diyerek sözlerini bitirdi.

Yakup, “tamam da” der gibi bakıyordu. Artık açıklama zamanının geldiğini düşünerek;

“ Arkadaşlar, Mustafa beyin rehberliğinde, Mekke’den Medine’ye, Peygamber Efendimizin (S.A.S) gittiği yolu, güzergahı takip edeceğiz. Tabi yolculuğumuz develer ile olacak.”

“ Ama nasıl olur. “ şeklinde itiraz etti Yakup. Sonra da;

“ Şaka mı yapıyorsun abi. Yani deve ile mi yolculuk yapacağız?”

Ben;

“ Evet deve ile yapacağız. Şimdi oldu haberiniz, hazırlıklar tamam. Bize sadece şahsi eşyalarımızı almak kalıyor. Ayrıca, senin arazi almak istediğini söyledim Mustafa beye. Bize Mekke- Medine güzergahında güzel yerler gösterecek.”

Ünal, olumlu yaklaştı;

“ Abi, tamam da, şu konuyu en baştan anlat.”

Anlattım;

“-Ankara ‘da bir arkadaşım, Mustafa kardeşi anlattı. İletişim numaralarını aldım ve sizinle umreye gelme konusunda karar vermeden önce kendisi ile konuştum. Mekke-Medine arasındaki yolcuğumuzun Peygamber (S.A.S) Efendimizin hicret yolculuğunun benzeri bir yolculuk yapmak istediğimizi söyledim. Sizlerin kabul edeceğini varsayarak. Dört kişi olacağımızı belirttim. Sağ olsun kabul etti. Ve kendisi ile daha önce kararlaştırdığımız gibi yarın yolculuğumuz için hazırlıklarını yaptı. Sabah namazından sonra itirazınızın olmayacağından emin olduğum için Medine’ye, bu günkü Mekke-Medine yol güzergahından değil, Peygamber (S.A.S) Efendimizin güzergahını izleyeceğiz. Tabi yolculuğumuz Sevr Dağından başlayacak.”

Ünal;

“- Bence tamam. Çok da güzel olur. Madem Resul abi böyle karar vermiş. Bize de kararına uymak düşer.”

Mustafa;

“ – Merak etmeyin, Yolculuğumuz güzel geçecek İnşaALLAH. Sabah namazını beraber kılarız Kabe’de. Kahvaltıdan sonra da Sevr’e gideriz.“

Dördüncü Gün- 8 Eylül

Sevr-Hudeybiye-Kafra

Mustafa ile sabah namazında Kabe’de buluştuk. Yardımcısı İhsan’ı tanıştırdı. Birlikte kılınan namaz ve kahvaltıdan sonra arabası ile Sevr Dağına gittik. İhsan, daha önce kararlaştırdığımız gibi biz Sevr Mağarasını ziyaret ederken, develer ve eşyalarımız ile gelecekti buraya.

Bizimle beraber Sevr Mağarasına tırmanan Mustafa, Peygamber (S.A.S) Efendimiz ile Hz. Ebubekir’in Müşrikleri atlatmak için Medine’nin ters istikametinde bulunan Sevr mağarasına gelmesini, Rehberlik yapacak olan Abdullah b. Ureykıt’in çobanlık yapar gibi görünmesini ve izlerini silmesini, izlerini süren süraka b. Malik ve diğer iz sürücülerin mağaranın ağzına kadar gelip, geri dönmelerini, Peygamber (S.A.S) Efendimizin: “Korkma! Allah bizimle!” diyerek, Hz. Ebubekir’i teskin etmesini anlattı.

Mağara’da ise, Ünal kardeşimiz; Hz. Ebubekir’in kızı Esma ile oğlu Abdullah’ın yemek getirmelerini, Mekke’den ve müşriklerden bilgi aktarmasını, yine Hz. Ebubekir’in kölesi/azatlısı Âmir bin Füheyre’nın koyun sürüsünü gece karanlığı basınca mağaraya getirmesini ve Peygamberimiz (S.A.S) ve Hz. Ebubekir’in ihtiyaçları olan sütü bu şekilde karşılamasını, müşriklerin ümidini kesmesinden haberdar olunca da, yola çıktıklarını anlatırken, Amir Bin Füheyre’nin sürüyü mağaraya kadar nasıl getirdiğini, Hz. Ebubekir’in kızı Esma ile oğlu Abdullah’ın, yiyecek getirmek için kaç defa bu mağaraya çıktıklarını, ne yakalanma korkusu, ne de endişe olmamasına karşılık, bu dağa ve mağaraya ahlaya puflaya ve de sadece bir defa çıkmamızın bize ne kadar zor geldiğini düşündüm.

Dağdan indikten sonra, İhsan ve develer bizi bekliyordu. Korkarak, birazda zorlukla develere binmemiz zaman aldı. Önde Mustafa, en arkada İhsan ve yükleri taşıyan deve, ortada biz olmak üzere yedi develik kafilemiz yola çıktı.

Akşamdan beri devam eden Yakup’un sızlanmalarını ve şikayetlerini dinleyerek Hudeybiye’ye ulaştık. Hemen Öğle namazı, arkasından ikindi namazı kılındı. Biraz dinlendikten ve birkaç lokmalık öğle yemeğinden sonra Hidde, Cümüm derken Kafra.

Geceyi burada geçirecektik. Sadece üstü basitçe örtülmüş bir çardakta, kılınan akşam ve yatsı namazlarımızdan sonra yemekte, geçtiğimiz yerleri, yarın ki yolculuğumuzu, bir sonraki durağımızın Ümmü- Ma’bet çadırları civarı olacağını söyledi Mustafa. Ayrıca, ortalama günde 80 kilometre yol alacağımızı. Ancak, arazinin düz ve olduğu yerlerde 100 kilometrede olabilirmiş. Sabah namazından sonra yola çıkılması ve kahvaltının da öğleye yakın yapılması kararlaştırıldı.

Beşinci Gün- 9 Eylül

Kafra- Üsfan- - Ümmü Ma-bet Çadırları-Kudeyd Vadisi

Sabah namazından sonra hemen yola çıkıldı. Develerimiz yine peş peşe dizili. Güneş yükseldi ve sıcaklık arttı. İlk gün, develerimizden sadece Hudeybiye’ de inmiştik. Ancak, yolculuğumuzun ikinci gününde, bazen develerden iniyor ve bir saat ya da daha fazla yürüyorduk. Yan yana yürürken, geçtiğimiz yer hakkında bilgilere ilave olarak, Efendimizin (S.A.S) Mekke’ye yaptıkları bir yolculukta, bu civarda karşılaştığı Hz. Bureyde El Eslemi ve 80 civarında ailenin Müslüman olmasının, büyük mutluluk ve moral verdiğini de aktardı.

Bir taraftan onu dinliyor, bir taraftan da, yaklaşık on beş asır önce, o şartlarda yapılan yolculuğun zorluklarını düşünüyor, Peygamberimiz (S.A.S), Hz. Ebubekir ve rehberlerinin geçtiklerini tahmin ettiğimiz bu yerlerdeki, siyah volkanik kayalar, kumlu ya da dikenli vadiler, dere yatakları, yani gördüğümüz her şey ilgimi çekiyordu.

Ünal’ın, Mustafa’ya;

“- Patron, size göre Ümmü Mâ-bed’in çadırın bulunduğu mevki ne taraf düşüyor? ” sorusuna,

Mustafa;

“- Bu vadide olduğu varsayılıyor. ” cevabını verdi.

Yakup;

“- Bu vadinin adı var mı?”

Mustafa;

“- Kudeyd Vadisi diye bilinir burası.”

Sonra da, Ümmü Mâ-bed isminde yaşlı bir kadının çadırına uğrayan ve süt isteyen Peygamberimizin, (S.A.S) zayıf ve sütü olmayan bir koyundan dua ederek süt sağmasını, o günden sonra o koyunun çok süt vermesini, bu olayın geçtiği Kudeyd mevkiini geçerken anlattı. Ben ise, anlatılanları dinlerken, küçük bir vadideki yeşilliğin kenarında bir çadır, çadırın önünde yaşlı bir kadın, biraz ilerisinde otlayan koyun sürüsü, sürüden ayrı zayıf ve yaşlı bir koyun hayal ettim.

Bir süre sonra Mustafa, ileride büyük bir dere yatağı olduğunu, çalı, bodur ağaçlar ve yeşillik bulunduğunu, develer otlarken, bizimde gölge de yemek yiyebileceğimizi, ihtiyacımızı gidereceğimizi, hem de öğle namazımızı kılabileceğimizi söyledi.

Gerçekten dere yatağı, bodur ağaçlar, çalılar, deve dikenleri ile yeşildi geçtiğimiz yerlere göre. İhsan, develerin yükünü indirdi ve otlamaları için bırakırken, etrafta bulunan kuru dalları topladık. Taşlardan yaptığınız ocağın üzerinde yaptığımız çay ile beraber bir önceki gün alınan küçük ekmeklerle karnımızı doyurduk.

Rehberimiz;

“ Bu gün hava mevsimine göre aşırı sıcak. Allah bilir ama yağmur yağabilir” dedi.

Yakup;

“ Bu hava da yağmur olur mu? “

Mustafa;

“ Evet, benim tahminim öyle. Bu bölge de yağmur çok nadir yağar. Ama yağdığında da aşırı olur. Her ihtimale karşı hemen yola çıkalım ve Kudeyd vadisinde terk edilmiş ağıllar var. Oraya ulaşalım.”

Ünal;

“- Güzel olur. İnşaALLAH yağar. Kaç defa umreye geldim ama hiç yağmur yağdığına şahit olmadım.”

Yakup; daha temkinli yaklaşarak;

“- Yine de sığınacağımız yere zamanında varsak iyi olur.”

Yola çıkmadan önce, Mustafa’nın isteği ile dere yatağında bulunan kuru dalları topladık. Akşam mola verdiğimizde yakacak bulamayacağımızı düşünerek. Hemen yola çıktık. İki saatten biraz fazla yol almıştık ki, hafif bir rüzgarla birlikte bulutlar Medine tarafından kararmaya başladı. Çok geçmeden de yağmurun ilk damlaları düşmeye. Derken Rehberimiz develerimize sıkı tutunmamızı söyledi. Hızlandık. Tabi korkudan develerimizin sırtına iyice yapışmıştık. Sırılsıklam bir şekilde terk edilmiş ağıllara ulaştık. Artık yağmur “ bardaktan boşanırcasına” yağıyordu.

İhsan develerimizi çöktürdü. İndik. Yükleri hep birlikte taşıdık ağılın içine. Üstümüzü değiştirtirdik. Islanan eşyalarımızın kuruması için yüklerimiz açtık. Sonra hep birlikte kapının hemen yanına oturup yağan yağmuru seyretmeye başladık. Rehberimizin yağmur yağabilir diye söylenmesinden beri sevincim devam ediyordu. Mekke - Medine arasında Deve yolculuğu ve yağmur. Hayal bile edemeyeceğim güzelliklerdi benim için.

Ağılın içinde ve etrafındaki terk edilmiş yıkık yapılarda dolaşarak yakacak bir şeyler arayan İhsan boş dönmedi. Çalı, ağaç dalları, tahta parçası. Dere yatağında topladığımız yakacakları sonraya bıraktık.

Su kaplarımızı doldurduk yağmur suyu ile. Abdest alarak rehberimizin imamlığında ikindi namazını kıldık. Ve yemek hazırlığı. Akşam yemeğimiz çorba ve bulgur pilavı ve üstüne tabi ki çay olacaktı.

Akşam namazımızda imamlığı Ünal yaptı. Yemeğimizi ise, neşesi yerine gelen Yakup, Deveye binmeye alışması iyi olmuştu. Şikayet ve sızlanmalar bitti. Tabi bir de sabah akşam deveden sağılan sütü içmesi. Yatsı namazından sonra çay faslı ve sohbet devam etti. İçlerinde en yaşlısı olduğum için müsaade alıp, örtümün üzerine uzandım. Yağmurun sesini dinlerken uyumuşum.

Arkadaşların seslerine uyandım. Sabah namazı vaktine kadar deliksiz uyumuşum. Kaç yıldır böyle deliksiz uyuduğumu hatırlamıyorum. Kahvaltımız uzun sürdü. Develerin biraz daha yayılması ve yağmur sularından oluşan gölcüklerden bolca su içmesi için yola hemen çıkmadık.

Altıncı Gün- 10 Eylül

Kudeyd Vadisi- Gamim Mevki - Gadir Hum- Harratü’s-Seyba

Beni Müdlic Yurdu civarında, müşriklerin vaatlerine aldanan ve Peygamberimizi (S.A.S) arayanlardan biri olan Sürâka bin Mâlik, tam olarak nerede karşılarına çıkmıştı acaba? Atının ayaklarının kumlara gömülmesi ve Peygamberimizin (S.A.S) duası ile atının kurtulmasından sonra Müslüman olması, kendisi gibi iz sürenleri yanlış istikamete yönlendirmesi ve Efendimizin (S.A.S); ona,

“–Ey Sürâka! Kisrâ’nın bileziklerini takınacağın, kemerini kuşanacağın ve tâcını giyeceğin zaman kendini nasıl hissedecek­sin?” müjdesini vermesi.

Geçtiğimiz yerlerde, yağmur suları, çukur yerleri, dere yataklarını doldurmuştu. Siyah kayaların arasında bir çok göl oluşmuştu.

Mustafa;

“- Cuhfe mevki solumuzda, şu an Merr vadisi denen yerden geçiyoruz”

İkindi namazından önce küçük bir yeşillikte durup öğle namazımızı, biraz dinlendikten sonra da ikindi namazlarımızı kıldık. Ve ayak üstü birkaç lokmadan oluşan öğle yemeği.

Gadir-i Hum’dan ayrıldıktan sonra Hayya Vadisinde geçerken koyun sürüsüne rastladık.

Yakup, Mustafa’ya;

“ -Mustafa abi, çobanlara bir sorsak, bize bir kuzu satarlar mı?”

“-Olur, hemen konuşalım.” Diyen Mustafa, devesinden inerek, çobanlar ile konuşmaya başladı. Biz merakla beklemeye başladık. Yakup devesinden inerek Mustafa’nın yanına gittiler. Konuşma uzadığı için olumsuz yanıt alacağımızı düşünürken, Yakup’un çobanlarla el sıkıştığını gördük.

Mustafa, yanımıza gelerek;

“-Tamam. Bir tane satacaklar. Kuzuyu Yakup seçiyor.”

Yakup, beğendiği kuzuyu işaret ederek;

“- Bunu alıyoruz. “

Mustafa’da Araplarla konuşarak pazarlığını yaptı, Parasını ödedik. İhsan, kuzuyu yük devemizin yedeğine bağladıktan sonra yolumuza bir müddet yaya olarak devam ettik.

Hava kararmak üzere iken Harratü’s-Seyba’ya ulaştık. Köyün biraz uzağında düzlükte büyük iki ağacın altına yüklerimizi indirdik. Mustafa, geceyi burada geçireceğimizi söyledi. Develerin yükü boşaltıldı. Ağaçların altında yerleştik. Yakup ve İhsan kuzuyu kesti, bizde ateşi yaktık. Kuzunun kesilmesi ve ateşin üzerinde kızarması için yerleştirilmesi çabuk oldu. Yakup yemek konusunda olduğu gibi, kasaplık konusunda da hızlı ve usta idi. Ağacın dalına astığımız büyük lüks lambasının ışığında, önce akşam namazı kılındı. Yatsı namazından sonrada Yakup’un, özenle ateşin üzerinde kızarttığı kuzu eti ile karnımızı doyurduk.

Yedinci Gün-11 Eylül

Harratü’s-Seyba-Usveyn-Tahin Vadisi-Face Vadisi

Açık havada gecelemek, çok farklı ve çok güzel bir duygu. Uykumuzu almış bir şekilde kalkıp, sabah namazımızı kıldık. Hemen kahvaltı yaparak yola çıktık. Öğle ve ikindi namazlarını mola verdiğimiz Usveyn denilen yerleşim yerinin yakınlarında kıldıktan sonra, artık alışkanlık haline getirdiğimiz yürümeye başladık. Bir müddet yaya devam etti yolculuğumuz. Yorulunca da develerimize bindik. Akşam olmadan, rotamızın kesiştiği otoyolun iki yanında kurulu kasabaya ulaşmak , ekmek, çay ile yemek yapacak bir şeyler almak istiyordu Mustafa.

Ancak, engebeli ve volkanik taşlarla kaplı arazi yavaşlamamıza neden oldu. Güzergâhımızın sağ ve sol tarafında simsiyah dağlar uzanıyordu. Ara sıra nispeten düz ve kumla kaplı küçük alanlar vardı. Daha rahat yola almak için taşlı araziden ayrılıp kumlu araziye geçmek zaman kaybettiriyordu bize.

Nihayet, taşlık arazi, yerini kuma bıraktı. İki tarafında dik ve düz bir şekilde yükselen kayaların ortasındaki boğaz, kumla kapla idi. Ayrıca, diken, çalı gibi bitkiler gözüküyordu.

Mustafa;

“- Burada konaklayacağız. İsterseniz geceleriz. Şu etrafı taşlarla örülü kuyunun suyu soğuk ve temizdir. Otoyola ve yerleşim yerine bir saatlik mesafedeyiz. İsterseniz oraya gideriz.”

Geceyi burada geçirmeye karar verdik. Boğazın kuyuya yakın olan tarafındaki kayanın yanına yerleştik. Gerçekten kuyunun suyu soğuktu. Namaz, yemek ve sohbetten sonra Mustafa, gecenin soğuğuna karşı battaniyelerimizi üstümüze örtmemizi söyledi.

Sekizinci Gün-12.Eylül

Face Vadisi-Hefat-Feyd Vadisi-Rim.

Sabah namazından sonra ulaştığımız otoyoldaki tesislerde kahvaltı yaptık. Gerekli yiyecekleri alarak yola çıktık. Develerin üzerinde etrafı seyrederek yol almaya başladık. Mustafa, Rekube’ye doğru gideceğimizi söyledi. Medine yönüne göre otoyolun sağına doğru yöneldik.

Peygamber Efendimizin (S.A.S) Gamîm mevkiine geldiğinde, Büreyde bin Husayb ve kavmi ile karşılaşmasını, onları İslâm’a dâvet etmesini, Kuba köyüne kadar Peygamberimize (SAS) eşlik etmelerini anlatan Mustafa;

“- Peygamber (S.A.S) Efendimiz ve Hz. Ebûbekir’in, kısa yoldan Medine gitmek istemeleri üzerine de, Büreyde bin Husayb, o civarda Eslem kabîlesinden Mühânân diye bilinen iki hırsızdan bahsetti. Resûlullâh ise, onların yanına gitmek istedi. Onlara İslâm’ı anlattı ve Müslüman olmalarını istedi. Onlar da Müslüman oldular. Sonra da onları müjdeci olarak önden Medîne’ye gitmelerini emretti.”

Dokuzuncu Gün-13 Eylül

Rim-Akik Vadisi-Ranuna Vadisi

Rim’den sonra oldukça düz bir vadide ilerledik bir süre. Ancak öğle vakti ulaştığımız küçük dağları aşarken, hızımız azaldı. İkindi vaktinden önce mola verdik. Küçük bir düzlükte. Arazi tamamen taşlıktı. Öğle ve ikindi namazları kılındı.

Taşlık ve engebeli arazide güçlükle ilerlerken, Peygamber Efendimiz (S.A.S), Hz. Ebubekir ve rehberlerinin, bu arazi de o zamanın koşullarında yaptıkları yolculuğun zorluluğunu düşündüm. Belki su ve yiyecekleri yoktu. Belki kendilerini takip eden müşriklere yakalanmamak için sadece geceleri yolculuk yapıyorlardı. Yaptıkları yolculuğu ve katlandıkları sıkıntıları, tam anlamı ile kavramak mümkün değildi. Bizim, nerede ise, tüm ihtiyaçlarımızı karşıladığımız, korku ve endişeden uzak rahat bir ortamda üç beş günlük yolculuğumuz ile Peygamber (S.A.S) Efendimiz ile Hz. Ebubekir’in yolculuğunun tek ortak yanı aynı coğrafyada olması idi.

Bu düşüncelerim, Mustafa’nın, mola vereceğimiz yere yaklaştığımız söylemesine kadar devam etti. Ranuna vadisinde birkaç binadan oluşan yerleşim yerinin, yakınlarında geceleyecektik. Yükler indirildi. Namazlarımızı kıldık.

Mustafa, yemekte, bir günlük yolumuz kaldığını, yarın, Kuba’ya varacağımızı ve hurma bahçesinde konaklayacağımızı belirtti.

Onuncu Gün-14 Eylül

Ranuna Vadisi-Kuba-Medine

Kuba’ya yolculuğumuz sakin ve rahat oldu. Öğle namazını Kuba mescidinde kıldık. Peygamberimizi (S.A.S) bekleyenlere, müjdeyi bir yahudinin verdiğini, Resûl-i Ekrem Efendimiz (S.A.S) ile Hz. Ebû Bekir (ra)`e bir hurma ağacının gölgesinde dinlenirken bulduklarını, bir müddet yorgunluğunu giderdikten sonra hep birlikte Kuba’ya hareket ettiklerini, çok sıcak bir Pazartesi günü Kuşluk vakti buraya ulaştıklarını, Amr bin Avfoğullarının kardeşi Gülsüm bin Hidm`in evine indiklerini, yol yorgunluğunu atmak için bir müddet burada kaldıklarını, Mekke'den Medine'ye hicret eden ilk muhacirlerin, Kuba'ya vardıklarında orada Amr B. Avfoğulları'nın hurma kurutma yerinde namaz kıldıklarını, içlerinde Hz. Ömer'in (r.a.) de bulunduğu bu ilk muhacirlere, lEbu Huzeyfe'nin azadlısı Salim’in imamlık yaptığını, Peygamber Efendimizin (S.A.S.), ilk muhacirlerin namaz kıldığı hurma harmanını büyüterek Kuba Mescidi'ni inşa ettiğini. Efendimizin, (S.A.S), Kubalılardan taş getirmelerini istemesini, birini alıp kıble tarafına koyarak, Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer'in (r.a.) de aynı şekilde sırayla taş koymalarını emir buyurduğunu, hatta Hz. Osman (r.a.)'ın Kuba'da bulunduğu ve Allah Rasûlü'nün onun da temele taş koymasını emrettiğini anlattı.

Daha sonraları Kuba Mescidinin, Hz. Osman ve Ömer b. Abdülaziz tarafından genişletildiğini ve birçok defa tamirat görüp yenilendiğini. Sultan II. Mahmud tarafından imar edilen ve tek minareli düz tavanlı Mescidin, Suudi Arabistan hükümeti tarafından yıkılıp yeni bir planla tekrar inşa edildiğini. Mescidin ilk halinde göre günümüzde beş kat genişletilmesi sonucu yaklaşık on binden fazla Müslümanın aynı anda ibadet edebileceği şekle getirildiğini belirtti.

Ve devamında Peygamber Efendimizin (S.A.S), düzenli olarak Cumartesi günleri, zaman zaman da Pazartesi günleri burayı ziyaret ettiğini, bazen binekle olarak, bazen de yaya olarak geldiğini, bir hadis-i şeriflerinde bunu Müslümanlara da tavsiye ederek; "Kim güzel bir şekilde abdest alır, sonra Kuba Mescidine gelir ve orada namaz kılarsa onun için umre sevabı vardır" buyurduğunu hatırlattı bizlere.

Mescid hakkındaki bu bilgileri aktaran Mustafa’nın hurma bahçesi, buraya üç kilometre kadar bir uzaklıkta imiş. Son olarak develerimize biniyorduk. Hurma bahçesine olan yolculuğumuz da bitti. Hurma ağaçlarında altındaki sedire oturduk. Programımız, geceyi burada geçirmek, sabah namazını da, Peygamberimizin (S.A.S) mescidinde kılmaktı. Çeşitli hurmalar, yemek, çay, Yakup’un, hurma bahçesine talip olması. Mustafa’nın, satmayı düşünmediğini, isterse yakınlarda satılık hurmalıklar var demesi ile birlikte Hasan ve Yakup’un bakmaya gidip gelmeleri derken akşamı ettik.

On Birinci Gün-15 Eylül

Medine

Geceyi hurma bahçesinde geçirdik. Mustafa, bizim gibi misafirleri için burada düzenleme yapmış. İsteyen hurma ağaçlarının altındaki sedirlerde yatıyor, isteyende küçük odalarda kalıyormuş. Biz sedirleri tercih ettik.

Sabah namazından önce Peygamberimizin (S.A.S) Mescidine geldik. Önce Peygamberimizi (S.A.S) selamladık. Sonra cennet bahçesinde kıldığımız namazdan sonra Sabah namazının vaktini bekledik. Sabah Uhud şehitliği, Hendek savaşının yapıldığı yer, Baki mezarlığını ziyaret ederek akşamı yaptık.

Yatsı namazından sonra tekrar hurma bahçesine geldik. Yemeğimizi yine Yakup yaptı. Güveç, bulgur pilavı, bolca yeşillik. Yemekten çay ve sohbet.

Sohbette Mustafa’ya; Develerin tekrar Mekke’ye gitmesini sorduk.

Mustafa;

“- Genelde buradan da Mekke’ye deve yolculuğu yapmak isteyenler oluyor. Mesela, iki gün sonra dört kişilik bir grubumuz var. Onları Mekke’ye götüreceğiz. Dönüş yolculuğumuzda kullandığımız güzergahın dışında, ayrıca Bedir Kuyularına da uğrayacağız.”

Yakup;

“- Kaç deveniz var ?”

“- On iki devemiz var. Çoğunlukla Mekke’deki çiftlikte bakıyoruz. Buraya sizin gibi misafirleri getirdiğimizde, dönüş içinde misafirlerimiz oluyor. Şayet misafirimiz olmazsa bizde bir iki gün dinlenip, develerimizi Mekke’ye götürüyoruz.”

Ünal;

“- Bizim gibi Mekke Medine arasında deve ile yolculuk yapmak isteyenlerin çok olduğu anlaşılıyor.”

Mustafa;

“- Yılda 0n beş grup olduğunu söyleyebilirim.”

Ünal;

“- Ne güzel, bu zamanda böyle bir yolculuğa meraklı olanların olması.”

Sohbetimiz, develerin bakımı, hurma ağacının yetiştirilmesi, bakımı, hurmaların toplanması konularında uzun süre devam etti. Vakit gece yarısını geçtiği içinde, uyamadan sabah namazı için Peygamber Efendimizin (S.A.S) mescidine gidilmesi kararlaştırıldı.

Namazdan sonra, Medine ve Peygamber (S.A.S) Efendimize veda ettik. Hurma bahçesine gelerek kahvaltı. Uçağımızın kalkış saati yaklaşınca da, Mustafa ve ihsan bizi hava alanına bıraktı. İkisi ile vedalaştık ve tekrar buluşmak dileğinde bulunarak uçağımıza binmek üzere ayrıldık."

Bir meslek büyüğümüz, değerli bir dostumuz, abimiz Resul Gülmez bir hayal kurmuş. “Belki” demiş…

Hz. Peygamberin geçtiği güzergâhı izleyerek Mekke’den Medine’ye develerle seyahat etmeyi, bir nev’i hicreti ve O kutlu seyahatin izlerini sürmeye arzulamış…

Bu hikâyede kendisine eşlik edecek iki dostunu da seçmiş. Resul Abinin dostu olmak ayrıcalıktı ancak bu hikâyesinde/hayalinde onun seçtiği iki insandan bir olmak daha büyük bir şeref…

Resul Abinin bu hayalini gerçekleştiremedik. 8 Şubat 2024’te onu “sırladık”…

Resul Abinin derecesi ala, makamı cennet olsun…

Bu yazıyı okuyan tüm dostlarımızdan Resul abinin ruhuna bir “Fatiha” okumalarını istirham ediyorum…

Not: Resul Abi’nin “Hicret Hayali”ni bir noktasına bile dokunmadan bu güzel günde, Hicri 1446’nın ilk gününde aynen vermiş oldum. Hepimiz yeni hicri yılı mübarek olsun…

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (19)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.