Size çok "normal" anormal bir olaydan bahsedeceğim.
Belki fazlaca mühim değil, belki hayati değeri yok, belki bunca mesele arasında o da şey mi...
Ama memlekette "yönetenler"in nasıl konuşlandığına dair iyi bir örnek.
Komün
Ben şahsen kendim, üniversite öğrenciliğim döneminde, Demiryolu Sendikası'nın ardından Marmara Belediyeler Birliği'nde de çalıştım. Gece gündüz çalıştım.
12 Eylül'ü de orada idrak ettim.
O dönemde belediyeler maddi olarak çok güçlü değildi; "Birlik" ise hem ortak akıl, hem yurtdışı açılım, hem koordinasyon açısından önemliydi. Tanzim satış mağazaları mesela, oradan doğmuştu.
Ve bu etkili "Birlik", epeyce uğraşımız ardından, Akdeniz ülkelerinden yüzlerce irili, ufaklı kentin belediye başkanını da İstanbul'da toplamıştı. Darbeden birkaç ay önce.
O yüzden o dönemde "Belediye nedir?" üstüne epey akıl ve emek harcamıştım.
Tabii devir değişti.
Ama tanım öncelikle şudur:
Belediye, "yerel halk"tır.
Belediye, "yerel kamu"dur.
Belediye "yerel halk"ın "ortak kamu yararı" için doğrudan örgütlenmesidir.
Belediye, "komün"dür.
Patron
Halihazırdaki belediyelerin hem genelde, hem partiye göre ne olduğunu bir yana bırakalım.
Şuna bakalım:
Belediye, belediye çalışanlarının işvereni olsa dahi, herhangi bir işveren midir?
(Tabii aynı şey genel kamu kurum, kuruluş ve işletmeleri acısından devlet, hükümet, bürokrasi için de geçerli.)
Belediye, sadece işveren midir?
Belediye, işçileri karşısında herhangi bir özel sektör patronu ile aynı sınıfa mı mensuptur?
Aslında "büyük patron" olmayan sınıfların yaygın oyuyla seçilmiş (ve onlar tarafından atanmış) belediye yetkilileri, "büyük patronlar"la aynı safı tutabilir mi?
Bu soruları soruyorum, çünkü şöyle bir şey oldu:
Mahalli İdareler Kamu İşverenleri Sendikası, adı yıllarca Halit Narin'le anılan şöhretli Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'nun 23'üncü üyesi, özel sektör işverenlerinin ortağı oldu.
Türkiye'nin en örgütlü, en cevval, geçmişte en darbe destekçisi, sınıf bilinci en yüksek işverenlerinin safına katıldı.
Bakın; belediyelerde işçi sendikalarının kaynağı, üye işçilerin maaşlarından alınan paylar.
Peki, "kamuya ait" belediyelerin sendikalarının para kaynağı ne?
Bu "Mahalli İdareler" sendikası, mesela TİSK üyeliğini hangi parayla finanse edecek? Yönetim Kurulu, kendi cebinden mi? Yoksa "kamu" kaynaklarından mı?
Kamu
İşin teknik, mali kısmı bir yana...
Bunun adı "kamu ahlakı" olabilir mi?
Daha önce hükümete de, Genelkurmay'a da sık yönelttiğim sorunun benzerini sorayım:
Sayın artık TİSK üyesi belediye başkanları ve başkanların şeyleri; belediyeler sizin babanızın malı mı? Miras mı kaldı? Siz halkın temsilcisi, hizmetlisi misiniz yoksa patronu mu?
Kendinize "Kamu işvereni" adını takmışsınız; "kamunun işvereni" misiniz?
Gidip özel sektörün büyük denizcilik, cam, çimento, deri, kimya, ilaç, metal sanayii, petrol, kâğıt, tekstil, seramik patronlarıyla aynı sınıfta, aynı safta toplanmışsınız; siz sermayedar mısınız?
Siz, çalışanlarınız karşısında, TİSK ilkelerine mi uyacaksınız? Kamudan böyle bir yetki mi aldınız?
Siz kimsiniz!
(Benzer sorular TİSK üyesi kamu işveren sendikaları TÜHİS, Kamu İş için de geçerli sayılabilir tabii!)
İhanet
Ondan sonra...
Cumhurbaşkanı kendini TÜSİAD koltuğunda gülümserken buluyor...
Başbakan, işadamlarına "Sağda solda rasgele, hakaretamiz, psikoloji bozacak açıklamalar yapmayın" diyor...
Önceki Genelkurmay Başkanı maçları "sanık" işadamının yanında güle oynaya izliyor.
Ve "Komün" gidip kendini özel sektör patronlarının kollarına atıyor!
Biliyor musunuz, tabii TİSK'in kabahati yok da, bu TİSK üyeliği aslında "Belediyeler" için bir rezalettir; kamuya, halka ihanettir.
Aklınızı başınıza alın, belediyenin ruhunu kamuya iade edin.
Seçimden önce, hemen!