12 Eylül Referandumu, uzun zaman çeşitli yönlerden değerlendirilecek, üzerinde çalışmalar yapılacak bir olaydır. Sonucu, ister “Evet” çıksın; isterse “Hayır”, ülkemiz için çok belirleyici değişikliğe sebep olacaktır. Maddelerin genel özelliği “daha özgür bir Türkiye” vaat ediyor olsa da, asıl önemli olan süreç içerisinde Türkiye’de oluşturduğu tartışma ortamıdır. Bu tartışmaların en önemli malzemesi “özgürlük” kavramıdır. Meydanlarda; “evet” propagandası yapanlar da, “hayır” diyenler de en çok özgürlük, hürriyet, adalet, hak, hukuk kavramlarını kullanmakta, vesayet kurumlarının varlığından rahatsızlıklarını dile getirmektedirler. Bu sebeple de, Anayasa değişikliğinin belki de kendisinden, daha özgürlükçü tarafı, meydana getirdiği bu tartışma zeminidir. Liderler birbiriyle özgürlük yarışına girip her biri kendisi için, ‘öteki’ sayılanın özgürlüğü üzerine laflar söylemekteler. Bu da ülkemiz demokrasisi adına, büyük bir kazançtır. Bu kazanımın sürekli kılınması için gayret göstermek herkesin görevi olmalıdır.
Anayasa değişikliğiyle ilgili yapılan tartışmaların, atılan nutukların, yazılan yazıların, söylenen sözlerin tamamı, “Bu yetmez, bundan daha özgür bir anayasa hazırlanmalıdır” üzerinedir. Ve herkes 13 Eylül’de yepyeni bir anayasa vaat etmektedir. Bu güne kadar insan hürriyetlerinin hep sınırlandırılmasından yana tavır koyanlar bile, daha çok özgürlükten bahsetmekteler. 28 Şubatlardaki, 27 Nisan’daki tavırlarını unuttururcasına, o günler şiddetle eleştirilmekte ve o dönemlerin kirli aktörlerinden hesap sorulması istenmektedir.
Bu cümleden ve dönemin bereketiyle olsa gerek, CHP, TSK iç hizmet kanunun 35. maddesinin kaldırılmasını söylüyor (arkasında duramasa da) ; türbana özgürlük nutukları atıyor (stilistliğine soyunsa da); Mustafa Muğlalı isminin Van’daki askeri birlikten silinmesini istiyor ( genlerine aykırı olsa da); genel aftan bahsediyor (takas hissi doğursa da), yeni ve daha özgür bir anayasa vaat ediyor (Özgürlükten kastını izah edemese de).
Bu propaganda süreci biraz daha uzasa, herhalde CHP, “Bizim M.Kemal’le ilişkimiz yok, İsmet İnönü’yü zaten tanımayız. Aslında biz ezanın Türkçe okunmasına karşı çıkmıştık, camilerin ahıra dönüştürülmesini tarihin en büyük ayıbı olarak kınıyoruz, biz 411’in iptalini değil, Anayasa Mahkemesini test etmeyi istemiştik, yoksa bizim milletin diniyle diyanetiyle ona hizmetten başka ne işimiz olur” diyecekler. Sadece CHP mi? MHP bile az daha insan hak ve özgürlüklerinden, demokrasiden, ırkçılığın suç olmasından bahsedecek.
Hülasa referandum tartışmalarıyla birlikte bütün siyasiler, kendilerinin daha demokrat, insan haklarına saygılı olduğunu göstermek için, elinden gelen gayreti göstermekte, yurdun dört bucağını dolaşmaktalar. Yıllardır ayak basmadıkları yerlere gitmekte, ulaşabildikleri kadar çok insana ulaşmaya çalışmaktalar. Bu durumu aslında tasavvurlarındaki bütün millet için istedikleri kadar, kendi siyasi gelecekleri açısından da bir zorunluluk olarak görmekteler.
Özellikle varlığını vesayet kurumlarına borçlu olan CHP, sahip olduğu gücünü ve pozisyonunu kaybetmemek için canhıraş bir şekilde çalışmaktadır. Tabii ki CHP’nin bu yoğunlukta çalışması sırf CHP’nin kurumsal varlığıyla ilgili değildir. Şu an ki yönetimin kendi rüştünü ispatı da buna bağlıdır. Parti içerisinde başlamış olan savaş, süreç nedeniyle zorunlu bir ateşkes yaşamakta ve kılıçlar kınlarından çıkmak için 13 Eylül’ü beklemektedir. Usta bir manevrayla saf dışı bırakılmış olan Baykal ve ekibinden, bu işin arkasını bırakmalarını beklemek kimsenin hakkı değildir. Her türlü entrikanın mubah sayıldığı düellonun her halde rövanşı için en uygun zaman referandum sonrasıdır. Referandum sonuçları bu bakımdan en çok CHP’yi özellikle de mevcut yönetimi ilgilendirse de süreç bir bütün olarak en çok BDP’yi ve PKK’yı etkileyecek gibi görülmektedir.
Sürecin başından beri meydana gelen gelişmeler Kürt aydınlarını, PKK ve BDP vesayetinden kurtarmakta ve onların PKK ve BDP’den bağımsız düşünceler serdetmesine zemin oluşturmaktadır. Bu vesileyle toplum Kürtlerin haklarının savunucusu olarak, Kürtler adına söz söyleme hakkına sadece PKK’lılar sahiptir yargısından kurtulmaktadır. Bu gelişme ülkemizin geleceği açısından çok önemli bir kazanımdır. Hepimizin malumu olduğu gibi Anayasa değişikliklerinin Meclis’teki görüşmeleri sırasında ve daha sonra başlayan referandum sürecinde BDP’nin takındığı tavır bazılarımız için şaşırtıcı geldi. BDP, kendine, kendi kurumlarına hayat hakkı tanımayan; yok eden bir yapının devamına destek veriyor, ona karşı mücadele edenlerin karşısına çıkıyor. İnsanlar aslında bu şaşkınlığı Ergenekon soruşturmasının başlangıcından beri yaşamaktalar. Ergenekon davasıyla birlikte ortaya çıkan bağlantılar bu şaşkınlığın bir tür hazırlayıcısı oldu. Bu görüntünün aslında çok da şaşılacak bir tarafı olmasa gerekir. BDP’nin devamını istediği yapı, görünürde BDP’yi ve türevlerini yok eden yapı gibi görülse de, aslında PKK’yı ve organlarını meydana getirip, yaşatan güçtür. İşte bu nedenle bu gün BDP’nin, PKK’nın almış olduğu tavrın şaşırtıcı bir tarafı yoktur. Onlar kendilerini oluşturan gücün devamını sağlamaya çalışıyorlar. Yani olay gerçekte sarkacın iki ucunun dengede görülmesinden başka bir şey değildir. Açık ifadesiyle, yıllardır söylenen “PKK neyse, Ergenekon’da odur” ya da “MHP neyse BDP’de aynısıdır” düşüncesinin somut şekilde görülmesidir. Burada ilginç olan ve de güzel olan Kürt aydınlarının PKK, BDP vesayetinden kendilerini sıyırma çabalarıdır. Kürt aydınları PKK’ya rağmen inisiyatif ortaya koyuyorlar ve bu gelişme de bölge halkında karşılık buluyor. Referandumun bu ülkeye en büyük kazanımı belki de bu gelişme olacaktır.
30 yıldır ısrarla birileri Kürtlerin yegane temsilcisi olarak PKK’yı ve onun organizasyonlarını sundular. Ve bunu da kabullendirdiler. 1970’li yılların sonlarına doğru PKK’nın kuruluşuna ve 1984’e kadar ki eylemlerine bakıldığında bu resim çok daha net olarak görülür. PKK çeşitli eller tarafından Kürtlerin tek temsilcisi haline getirildikten sonra Kürtçü söylemin olduğu her yerde PKK arandı, BDP ve türevleri bulunmaya çalışıldı. Halbuki yıllardır o bölgenin sorunlarını dile getiren, ama PKK’lı olmayan, hatta o bölge sorunlarını dile getirdiği halde “Kürtçü olmayan” çok sayıda aydın vardı. Bu aydınlar ya susturuldu ya da bilinçli bir şekilde görmezlikten gelindi. Referandum tartışmaları; yıllardır kendi bölgesinin sorunlarını dile getiren, halk arasında da itibar kazanmış, PKK’lı olmayan ve PKK’nın yoğun baskısına maruz kalmış aydınların etkinliklerinin görünür olmasını sağladı.
Bölgenin ve bölge halkının sorunlarını bilen, o sorunları dile getiren, sorunların ortadan kalkmasının mücadelesini veren, PKK şiddetini tasvip etmeyen, bu sebeple de PKK’dan ve onun eylemlerinden uzak duran, hatta açık açık bu eylemleri reddeden aydınlar; bu süreçte inisiyatif alıp, BDP’nin ve PKK’nin aksine Anayasa değişikliğinin desteklenmesini ve “evet” denmesini istediler. Bu Anayasa Değişikliği adına önemli bir adım olsa da, en önemli katkısı bölge sorunlarının çözümüne yönelik olacaktır. Güneydoğu’yu ve halkını PKK vesayetinden kurtarmak adına Kürt aydınların almış oldukları inisiyatif önemli bir mana ifade etmektedir. Bu gelişmeye destek verilmeli ve referandum sonrası bu insanlar PKK’nın insafına terk edilmemelidir. Bu gün bile BDP/PKK vesayetine karşı çıkan bu kişi ve kurumlar, aleni olarak tehdit edilmektedirler. Bugün inisiyatif ortaya koyan bu kişi ve kurumların, can ve mal emniyetlerinin sağlanması noktasında gösterilecek en küçük bir zaaf yeşeren umutların kurumasına neden olacaktır. Devletin bu hususta sorumluluğunu harfiyen yerine getireceğine inanmaktan başka çaremiz olamaz.
Bölgede BDP dışında ve şiddeti onaylamayan çeşitli Kürtçü ve liberal siyasal partiler var. Bu partilerin varlığı, Kürt halkının yegane temsilcisi BDP dayatmasını ortadan kaldırmalıdır. Bu çabalarla bölge halkının kahir ekseriyeti, örgütsel olarak kendini PKK’dan sıyırdığı gibi, söylem olarak ta kendini PKK ve BDP söyleminden kurtaracaktır. O bölgedeki en büyük sıkıntı, farklı söylemlere fırsat tanınmadığı için PKK söyleminin, örgüt gücünden daha büyük bir hakimiyete sahip olmasıdır. Bunu doğuran sebeplerin en başında da devletin şiddete dayalı yanlış politikası gelmektedir. Bölge halkının PKK söylemlerinden kurtarılması, sorunların çözülmesi adına daha etkin sonuçlar doğuracaktır. Biz bunun örneğini şu an referandum sürecinde görmekteyiz. PKK ve BDP muhalifi aydınların referandumdaki farklı tavırları anında bölge halkında etkisini gösterdi ve durum, PKK/BDP’yi farklı arayışlara itti. Son dönemlerde dile getirilen “demokratik özerklik” söylemi bunun bir sonucudur. Bu talep, PKK/BDP’nin referandum sürecinde ellerinden kaçırdıkları inisiyatifi, yeniden kazanıp içine düştükleri sıkışmışlıktan kurtulma çabasından başka bir şey değildir.
Bu sebeple herkes elini daha fazla taşın altına koymalı; Örgüt muhalifi aydınlar daha fazla inisiyatif almalı, kendi söylemlerini daha bir güvenle dile getirmeli, Kürt İslamcı aydınlar, Kürtçü söylemlerin baskısından kurtulup İslami duyarlılıklarını ortaya koymalı, Türkler, Kürtlerin bu samimi duyarlılıklarına destek olmalı ve herkesin ifade ettiği kardeşlik, barış havası yeniden tesis edilmelidir.