Sayın okuyucular, hayatımda hiçbir zaman ''teorisyen'' olmadım. Olmayı da istemem. Fakat; Allah vergisidir güçlü bir hafızam var.1983 yılında Atina'da beni sorgulayan Yunan Gladiosunun sorgucu Albay'ı bile bu hafızama hayret etmişti. Yunan Albay bana; ''sen hangi üniversiteyi bitirdin'' diye sorunca,''hayat üniversitesini okudum'' (aslında Adana Motor Meslek Lisesi ikinci sınıftan terk im)diye cevap vermiştim. Bu cevabım karşısında oradakilerin hepsi gülmüştü.
Son günlerde Türkiye’nin gündemine malum çevrelerce sokuşturuluveren ''özerklik'' konusunda kısaca kendi duygu-düşüncelerimi yazmak istedim ve bunları sizlerle paylaşmak istedim. Bir eksiğim veya kusurum olmuşsa affınıza sığınırım.
Ortada bir ''sorun'' varsa elbette ki,''sorunun çözümü için'' tartışmalar ve muhataplar arasında bazı müzakereler de olacaktır.
Bir konuda herkesin hemfikir olması elbette ki olumludur. Fakat bu, eşyanın tabiatı gereği mümkün değildir.
O zaman yapmamız gereken şey, medeni ölçüler çerçevesinde birbirimizi dinlemek ve ''karşı''fikre de saygılı olmaktır.
Saygılı olmak derken , ''kabul edeceksin'' anlamında söylemiyorum.''demokrat'' olmanın kriterlerinden birisi ve en önemlisi de; meseleleri şiddete başvurmadan, kırıp dökmeden tartışarak halletmektir. Karşı fikir ve önerileri dinleyebilme olgunluğu gösterebilmektir.
Tabii ki yukarıda bahsettiğim konu,demokrasiye inanan, insan hak ve hukukuna saygılı olan, gücünü haklılığından alan,terörist yöntemlere başvurmayan güçler arasında geçerlidir.
Dünya görüşlerimiz farklı olabilir fakat demokrasiye inanmış olmamız gerekir.
Şimdi karşımızda muğlâk(başı ve sonu, doğuracağı neticelerin neler olacağı belli olmayan-Aslında sonunun bölünmeye gideceğini biliyoruz.) bir ''özerklik'' isteyen bir kesim var.
Açıkçası; örgütlendiği günden beri kendisini'' Tüm Kürtlerin Kurtarıcısı, temsilcisi '' olarak lanse eden eli silahlı ve uluslararası ''terörist'' listesinde yer alan bir örgüt var. Legal zemindeki bir siyasi partinin (BDP) bu meseleyi dile getirmesi bu gerçeği değiştiremez.
Dünya âlem de biliyor ki, bu parti; İmralı'dan ve Kandil'deki çeteden icazetlidir. Onların dediklerinin bir santim dışına çıkamaz.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in en ufak bir kişisel fikir beyanında bulunmasının neticelerini bu toplum gördü.
Her şeyden önce, ''demokratik özerklik''i dile getirenlerin hiç de demokratik ve insani bir yapıda olmadıkları aşikardır.Örgüt içerisinde yapılan binlerce infaz(cinayet)ın hesabı verilmeden, Sivil halka karşı gerçekleştirilen silahlı ve bombalı eylemlerin hesabını halka vermeden;''biz terörist değiliz'' diyemezler.
1980 öncesinde ve sonrasında demokratik Kürt muhalefetinden ve Türkiyeli devrimcilerinden katlettikleri yüzlerce insanın hesabını vermeden ''biz terörist değiliz'' diyemezler. Bugüne kadar yaşananlardan şunu görüyoruz; sadece üstten belirlenen tartışma, görüş belirtme, örgütün resmi karar ve çizgisini onaylama. Bunun dışında herhangi bir özgür düşünceye izin verilmemiştir. Bu konumda olan bir örgüt veya onun legal alandaki uzantısı olan bir siyasi partinin, demokratik özerklikten veya bunu özgürlükle eşdeğer olarak sunması inandırıcı ve samimi olamaz.
Kısacası; piyasaya sürülen bu'' demokratik özerklik'' defoludur, sahtedir, Kürt halkının çoğunluğunun yararına hizmet eden bir şey değildir. Sadece ve sadece; yıllardır devam eden silahlı mücadeleye rağmen ,Kürt halkına bir yarar sağlamayan, aksine zarar veren silahlı mücadelenin meyvelerinden bir kesim Kürt elitinin yararlanmasını sağlamaya yöneliktir. Devlete, Abdullah Öcalan'ı muhatap aldırma ve O'nu Kürtler nezdinde ilahlaştırma,''Mandella'' laştırma girişimidir.
Terör örgütünün dengesi ve sabit bir kararı yoktur. Bir yandan, belli şartlar altında silahları bırakmaya hazırız der. Diğer yandan çatışma çıkarır, ''Tek taraflı ateşkes ilan ettim'' der, ertesi gün Taksim'in göbeğinde bomba patlattır.
İnsan sormadan edemiyor...1978 yılı 27 Kasım'da (her kimin desteğiyle oluşturulduysa) PKK ilan edilirken, piyasaya sürülen ''Doğru Yolu Kavrayalım, Kürdistan Devriminin Yolu'' adlı broşürde açıklanan hedeflerden vazmı geçildi? ''Bağımsız, Birleşik Sosyalist Kürdistan'' Yoksa; O hedefe varmak için, bugün hileli taktiklere mi baş vuruluyor?
Silahların miadını doldurduğu şeklindeki beyanatının basında yayınlanmasından sonra Öcalan'dan azar işiten Osman Baydemir'in şu beyanatı düşündürücüdür.
'Her kesimin kendini dışarıda görmediği, kendini ifade edebildiği bir projedir. Bu proje, 'Demokratik Türkiye Özerk Kürdistan' olarak kabul edilmelidir. TBMM olacak, ancak Marmara'da da parlamento olacak, bunun yanında Kürdistan Parlamentosu da olacaktır. Bu ülkenin kuruluşunda kendi renkleri ile savaşan atalarımızın al yıldızlı bayrağının yanında 'Kesk û sor û zer' bayrağımız da olacaktır. Mesela Dersim'de belediye önünde dalgalanan ay yıldızlı bayrağın yanında Kürtlerin sembolü olan sarı, kırmızı, yeşil renkli Kürtlerin bayrağı da olacaktır.
Bay Baydemir'in amacı gerçekleşirse, biz biliyoruz ki;''Kürtlerin sembolü'' değil, PKK'nın,KCK'nın sembolü çekilecektir göndere şüphesiz...
İşin diğer üzücü bir tarafı da; Türkiyeli aydınların bu projeye olumlu ve bir ''kurtarıcı'' proje gözüyle yaklaşımıdır. Bu projenin, bir dar milliyetçilik ve bölücülük projesi olduğunu, Türkiye de yaşayan tüm azınlık ve halklara zarar vereceğini görmemek gaflettir...
Eğer Türkiye deki Sosyalistlerin Lenin'e birazcık saygıları varsa, Lenin'in daha 1913 de gördüğü bu durumu anlamaları gerekir.
İşte Lenin'in o dönemde ''Kültürel ulusal özerklik'' isteyenlere PRAVDA gazetesi aracılığıyla verdiği cevap;
''Rus emekçi sınıfı, bu, gerici, zararlı ve küçük-burjuva milliyetçi nitelikte olan "kültürde ulusal özerklik" düşüncesiyle çarpışa gelmiştir ve bunu sürdürecektir.''(LENİN)
''Kediyle köpek anlaşamadığına göre, hiç değilse, ulusal-toplulukları, eğitim konusunda kesinlikle ve açıkça ilk ve son kez olmak üzere "ulusal birimler" olarak birbirinden ayıralım! İşte "kültürde ulusal özerklik" denen budalaca düşünceyi yaratan psikoloji budur. Enternasyonalizmini aziz tutan bilinçli proletarya, incelmiş ulusalcılığın bu saçmasını hiçbir zaman kabul etmeyecektir.''
Sorulması gereken soru, böyle bir bölünmeye, genel olarak demokrasi açısından ve özel olarak da proletaryanın sınıf savaşımının istemleri açısından izin verilebilip verilemeyeceğidir.
Bu "kültürde ulusal özerklik" düşüncesinin Rusya'da ilkin yalnızca tüm Yahudi burjuva partileri tarafından, daha sonra (1907'de) çeşitli ulusal-toplulukların küçük-burjuva sol-narodnik partileri arasında yapılan konferans tarafından ve en son olarak da marksizme yakın grupların küçük-burjuva, oportünist öğeleri, yani bundçularla tasfiyeciler (sonuncular bu konuda doğrudan doğruya kesin bir adım atmakta çok çekingendiler) tarafından kabul edilmesi bir raslantı değildir. Devlet Duma'sında "kültürde ulusal özerklik"ten yana yalnızca, ulusalcılık hastalığına tutulmuş olan yarı-tasfiyeci Çhenkeli ile küçük-burjuva Kerenski'nin konuşması bir raslantı değildir.
Belli bir devletin içindeki ulusal-topluluklar kapitalistlerinin, hangi ulustan olduklarını dikkate almaksızın tüm işçilere karşı yöneltilmiş olan anonim şirketlerde, kartellerde, tröstlerde ve imalatçılar derneklerinde, vb., en sıkı ve en yakın şekilde birleştiklerini bilmeyen mi var? Büyük işlerden, madenler, fabrikalar, ticari yatırımlardan, kapitalist çiftliklere kadar, herhangi bir kapitalist girişimdeki işçilerin, istisnasız her zaman, ırak, barış dolu, sakin köylerdekine bakışla, daha değişik uluslardan oluştuğunu kim bilmez?
Gelişkin kapitalizmi yakından tanıyan ve sınıf savaşımı psikolojisini daha derinden kavrayan kent işçileri —bunu onlara tüm yaşamları öğretir, hatta belki de analarının sütüyle birlikte emerler—, evet bu işçiler, okulları ulusal-topluluklara göre ayırmanın yalnızca zararlı bir tasarım olmakla kalmadığını, üstelik kapitalistlerin hilekarca bir dolandırıcılığı olduğunu içgüdüleriyle ve mutlaka anlarlar. Böyle bir düşünceyi savunurlarken işçiler bölünebilir, parçalanabilir, zayıflatılabilir ve alelade halkın okullarını ulusal-topluluklara göre ayırarak bu bölme, parçalanma, zayıflatma daha da ileri götürülebilir. Oysa çocukları özel okullara giden, özel tutulmuş öğretmenler tarafından okutulan kapitalistlerin, "kültürde ulusal özerklik"le bölünmesi ya da zayıflatılması hiçbir biçimde sözkonusu olamaz.
Bu da, bundçuların Avrupa'dan nasıl eski, modası geçmiş planları ödünç aldıklarını, Avrupa'nın yanılgılarını on kat artırıp, bir saçmalık noktasına "götürdüklerini" gösteriyor.
Oysa gerçek şu ki —bu da üçüncü nokta— Avusturya sosyal-demokratları, kendilerine önerilen "kültürde ulusal özerklik" programını (1899'da) Brünn kurultayında reddetmişlerdir; yalnızca ülkede sınırları ulusal olarak belirlenmiş bölgelerin birliğine ilişkin orta yolcu bir öneriyi kabul etmişlerdir. Bu orta yolcu önerge, ülke-dışılık ya da eğitimin ulusal-topluluklara göre ayrılması konusunda herhangi bir esas getirmiş değildir. Bu orta yolcu önerge çerçevesinde, (kapitalist açıdan) en ileri gitmiş, çok nüfuslu merkezlerde, kasabalarda, fabrikalarda, madencilik bölgelerinde, kırsal bölgelerdeki geniş malikanelerde, ulusal-toplulukların her biri için ayrı bir okul kurulmuş değildir.
Rus emekçi sınıfı, bu, gerici, zararlı ve küçük-burjuva milliyetçi nitelikte olan "kültürde ulusal özerklik" düşüncesiyle çarpışagelmiştir ve bunu sürdürecektir.''(LENİN)
Za Pravda, n° 46
28 Kasım 1913.
Collected Works,
vol. 19, s. 503-507
(Yurdakul Fincancı tarafından çevrilmiş ve
"Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları" içinde [s: 95-99] yayınlanmıştır.
Sol Yayınları, İkinci Baskı, Ekim 1993
-Birinci Baskı, Ağustos 1979)
Devrimin teori ve pratiğini ortaya koyan Lenin bile Özerkliğe karşı çıkarken,(çünkü işçi sınıfının arasına dar milliyetçi setler çekilmektedir) Marksizm-Leninizm’i kendisine rehber alanların basit hesaplar peşinde olan bazı mihraklara alet olmaları üzücü ve düşündürücüdür.
Aklı başında hiçbir insan; Türkiye'yi sadece hükümet çevresinden, iktidar çevresinden ibaret olarak görmez.1984 yılından bu yana, o kadar genç asker niçin toprağa verildi?
Kaba rakamla; bu 30-40 bin şehidin; ailesi,akrabası, arkadaşı ve çevresi yok mu?Bu insanlar; ''Tunceli veya Diyarbakır Belediyesi'nin önüne PKK bayrağı çekilsin diye mi canlarını kurşunlara, bomba ve mayınlara hedef ettiler?..
Henüz, bu şehitlerin aileleri yas tutarken ve siz Onları şehit ettiğiniz silahlarınızla dağ başlarında bir tehdit aracı olarak dururken kim kabul eder bu önerinizi?...
Birşey istenirken; zaman, mekân ve mevcut şartlar göz önünde bulundurulur.Bir insan oğluna kız istemeye gitmeden önce, kendi durumunu ve kızını isteyeceği insanın durumunu bir gözden geçirir. Uygun mudur, değil midir? Diye bir muhasebe yapar.
Fakat; son günlerde hele de Türkiye'nin bir genel seçim havasına girdiği bir zamanda ortaya kabul edilemeyecek ''öneriler'' atmak çözüm aramak değil, sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirmektir. Fırsatçılıktır, şantajdır, hilebazlıktır. Yaklaşan seçimleri düşünerek siyasi hesaplar peşinde koşmaktır. Unutmayalım ki; Yanlış ve hileli hesaplar sahibine zarar verir.