Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev'in Türkiye temasları talihsiz bir döneme denk geldi. Kaset skandalı ve iç politikada derin izler bırakacak eğilime yönelik tartışmalar, aslında küresel etkileri olacak bir ziyareti gölgede bıraktı. "Yeni küresel eksen", "güç kayması", "ağırlık merkezinin değişmesi", "yeni ekonomik ve siyasi başkentlerin öne çıkması", "yıldızı parlayan ülkeler geçidi" gibi tartışmalarla iç içe bir ziyaret bu. Dolayısıyla, hak ettiği ölçüde ilgi uyandırması, anlaşılabilmesi ve buradan Türkiye'nin ve bölgenin geleceğine bakılması gerekiyor.
Beş yıl içinde iki ülke arasında ticaret hacminin yüz milyar dolara çıkarılması konuşulabiliyor. İki ülke arasında ticaret Türk Lirası ve Ruble ile yapılabiliyor.
Ekonomik kriz yüzünden ağır bunalım yaşayan Batı, kendini dünyaya kapatırken, etrafındaki duvarları kalınlaştırırken iki ülke arasında vizeler kaldırılıyor.
İran'ın nükleer meselesi ve Ortadoğu'ya ilişkin bir çok konuda ortak yaklaşım sergileniyor.
Yeni boru hatları, enerji anlaşmaları ile iki ülke Avrupa'nın enerji ihtiyacı konusunda çok hassas olan işbirliğine güç kazandırıyor.
"Tarihi" olarak nitelendirilen yakınlaşmanın yeni projelerle devam edeceği, iki ülkenin "yeni bir merhaleye geçtiği" ifade ediliyor ve ilişkiler artık "stratejik ortaklık" olarak tanımlanıyor.
İran'ı tartışırken Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da en az on ülkenin daha nükleer enerji ve teknolojiye geçmeye çalıştığı bir dönemde iki ülke nükleer santral anlaşması imzalıyor. Nükleer teknoloji konusundaki bu ortaklığın, bir santral kurmanın çok ötesine geçebileceği, yeni nükleer pazar olarak öne çıkan bölgeye yönelik hazırlıkları da içereceği söylenebilir.
İki ülkenin, Çarlık Rusya'sı ve Osmanlı İmparatorluğu'ndan sonraki diplomatik ilişkiler tarihinin doksanıncı yılında hiç olmadığı kadar birbirine yaklaşması, adeta ekonomik alanda bir "model ortaklık" denemesi, Avrupa'yı vuran ekonomik krize çözüm için yüz milyarlarca euroluk paketlerin hazırlandığı bir dönemde yüksek düzeyde ortaklığa gitmesi, devletten devlete yakınlaşmayı toplumlara da yaymak için ortak forumlar oluşturması elbette belli merkezler tarafından dikkatle izleniyor.
Avrupa Birliği, kendini Türkiye'ye kapatmak için gülünesi bahanelere sığınırken, Pekin'den Moskova'ya, Cakarta'dan Yeni Delhi'ye, Ankara'dan Brasilia'ya uzanan "yeni ekonomik çevre"de küresel ekonomiyi canlandıracak, bu yüzyılı şekillendirecek, yeni siyasi ve ekonomik bloklar oluşturacak bir kuşağın şekillendiğini, çok yaygın ortaklık alanlarına yatırımlar yapıldığını, küresel politikalara yaklaşımların benzeşmeye başladığını görüyoruz. Bu gelişme, Soğuk Savaş sonrasında Washington'dan, Brüksel'den, Londra'dan deklare edilen ve büyük oranda fiyaskoyla sonuçlanan yeni küresel düzen tasarımlarından sonraki en büyük gelişmedir!
Bu başkentlerden sadece bir kaçına bakalım. BRIC ülkeleri denilen; Brezilya, Hindistan, Rusya ve Çin'den oluşan yeni çevre, küresel büyümenin yüzde yetmişini sağlıyor, küresel kaynakların ve nüfusun çok önemli bir bölümünü temsil ediyor, Batı ile üretim ve teknoloji farkını hızla daraltıyor. 2050 yılında dünyanın ilk beş ekonomisinden dördü olacağı öngörülen bu ülkeleri bir araya getirebilen iradeyi anlamamız gerekiyor.
Bu yüzden "Dünyayı değiştirecek beşinci ülke Türkiye mi olacak" sorusunu sorduk hep. Çünkü; ABD ile bu kadar yakınken, AB ile entegrasyon müzakerelerini devam ettirirken Türkiye'nin bu çevre ile hızlı bir yakınlaşmaya gittiğini, bunun küresel güç kaymalarını iyi okumanın sonucu olduğunu düşünüyoruz. Yeni bir şeyden, derin bir eğilimden söz ediyoruz. Doğu'yu hala "üçüncü dünya" olarak bilenlerin, Batı'yı tek yön görenlerin ve yirmi yıl önceki dünya algısına sahip olanların anlayabileceği bir gelişme değil bu.
"Yıldızı parlayan ülkeler" arasındaki bu yakınlaşma, yakın gelecekte yepyeni sürprizlerle karşımıza çıkacak. Sadece ekonomik alanda değil, bir çok bölgesel soruna "ortak yaklaşım" şimdiden kendini hissettirmeye başladı. Türkiye ve Brezilya'nın, İran konusunda ortak formül üzerinde çalışmaları ve bunda ciddi basarı sağlamaları bir örnektir. Türkiye ve Rusya'nın Karadeniz'in geleceğine ilişkin benzer perspektiflere sahip olmaları da öyle. Yine Türkiye ve Rusya'nın, Suriye-İsrail ve Ortadoğu'daki bir çok soruna bakış açıları birbirine yakındır. Yeni merkezler arasındaki işbirliği, batmakta olan küresel ekonomiyi canlandırabilecek bir güce ulaşabilmenin yanı sıra, kronikleşmiş bir çok soruna da ortak siyasi çözümler üretebilecek bir düzeye erişebilir.
Çünkü, Türkiye'nin de içinde yer aldığı ülkeler, kriz alanlarına yönelik tavırlarıyla dünyanın ağırlık merkezlerini test ediyor ve kendi güçlerini tartıyor. Bir güç mücadelesi, var olma mücadelesi bu. Çin ve Rusya dışında Hindistan, Türkiye, Brezilya gibi, kendi bölgelerinin etkin güçleri, yeni aktörler olarak öne çıkma yolunda kararlı adımlarla ilerliyor. Bu ülkeler, olağandışı bir değişiklik olmazsa, varolan statükoyu sorgulamaya, buna göre pozisyonlarını güçlendirmeye devam edecektir.