Türkiye’de yaşayan insanların psikolojisiyle ilgili ciddi araştırmalar yapılmasını çok istiyorum.
Bu toplum, bir psikiyatrın kanepesine uzansa da anlatmaya bir başlasa.
Sorunların nereden kaynaklandığını bir anlasak.
Bir toplumun içinde “çıkar çatışmalarının” olması anlaşılır bir şeydir, sınıflar ya da zümreler kendi çıkarları için birbirleriyle çatışırlar.
Ama Türkiye’deki ciddi sorunların hiçbiri bildiğimiz “çıkar çatışmalarıyla” açıklanamaz.
Alın şu başörtüsü meselesini.
Beş on bin genç kızın üniversiteye başörtüsüyle gitmesinin engellenmesini hangi somut “çıkar çatışmasıyla” açıklayacaksınız?
Kızlar üniversiteye başörtüsüyle gitse kimin “somut” çıkarı zedelenecek ya da kim bundan somut çıkar sağlayacak?
“Laik bir düzen isteyenlerin çıkarları zedelenecek” derseniz, beş on bin kız öğrencinin başörtüsü takmasıyla “zedelenecek” laiklik zaten gerçek değildir, gerçek laiklik öyle kolayından zedelenmez.
Anadolu’da milyonlarca kadın başörtüsüyle dolaşıyor “laiklik zedelenmiyor” ama birkaç bin öğrenci başörtüsü takınca zedeleniyor, öyle mi?
Buna inanıyor musunuz?
Kemal Kılıçdaroğlu bile inanmıyor buna ki “başörtüsü sorununu biz çözeceğiz” diyor.
Bunu söylerken o kızların başörtülerini “zorla çıkartarak” sorunu çözmeyi düşünmediğine göre, bunu “laiklikle ilgili bir sorun olarak” değerlendirmediği için çözmeye talip oluyor.
Gerçi daha sonra kendi partisinden korkup sustu ama bunu laiklikle ilgili bir sorun olarak görmediği anlaşıldı.
Zaten başörtülü kızların derslere istedikleri kıyafetle girmesinin de laikliğe bir zararı yok.
Niye olsun?
Diyanet İşleri diye bir kurumun olması, bütün imamların vaazlarının resmî devlet kurumu tarafından belirlenmesi “laikliği zedeler” ama başörtüsü takmak zedelemez.
Laiklik konusunda hassas olanların başörtüsüyle değil Diyanet’le uğraşması gerekir ama hiçbir “laiklik takıntılı” insanın Diyanet’i eleştirdiğini duymazsınız.
Çünkü sorun “laiklik” değil, sorun psikolojik.
Kendini “gelişmiş ve modern” sanan insanlar, “beğenmedikleri” halka kendi “efendiliklerini” bu tür anlamsız jestlerle kanıtlamaya çalışıyorlar.
Başörtüsünü yasaklayabildikleri sürece kendilerini “güçlü” hissedecekler.
Ama bu “hastalık”, sadece bu “modernlik” meselesini bir obsesyona döndürenlerde bulunmuyor.
“Modernlerin” ezmeye uğraştığı Sünni dindarlar da aynı baskıyı Alevilere yapıyorlar.
Alevilerin cemevlerini “ibadethane” olarak kabul etmiyorlar.
Somut bir çıkar çatışması değil bu.
Tümüyle psikolojik, “kim daha güçlü” çatışması.
Kürt meselesinde de aynı psikolojik takıntıyı bulursunuz.
Türkler, Kürtlerin kendileriyle “eşit” olmasını bir türlü kabullenemezler.
Eşit olsalar ne olacak?
Türklerin bundan dolayı uğrayacakları hiçbir “somut” zarar yok.
Ama “eşit” olurlarsa, “buranın efendisi benim” duygusunu” yitirecekler.
Geliyoruz, geliyoruz hep aynı yere takılıyoruz.
“Ben senden daha güçlüyüm.”
Aslında işin acıklı yanı, “daha güçlü olduğunu kanıtlamak” için hayatı birbirlerine zehir eden bu insanların hiçbiri gerçekten güçlü değil.
Tam aksine.
Kendi aralarında girdikleri bu “güç kavgasından” dolayı “güçsüzleşen” bir ülkede, mutsuz ve güvensiz, kan revan içinde yaşıyorlar.
Birbirlerine “güçlerini kanıtlamaya” çalışmaktan vazgeçtiklerinde, bu toplum gürbüzleşip gelişecek ve hep birlikte gerçekten “güçlü” olacaklar ama bunu istemiyorlar, “tek başlarına güçlü olmak” takıntısı yüzünden hep birlikte güçsüz oluyorlar.
Bana, başörtüsü meselesinde, cemevi meselesinde, Kürt meselesinde, birbirimizi parçalamamızı “anlaşılır” kılacak bir neden söyleyin.
Daha mı zengin olacaklar dövüşerek? Hayır.
Daha mı mutlu olacaklar? Hayır.
Daha mı güçlü olacaklar? Hayır.
Bu toplumda güçlü olan kimse yok ki, bu toplum güç kavgasına giren güçsüzlerin toplumu.
Peki, niye bunca yıldır birbirlerine böylesine acı çektirip duruyorlar?
Bunun cevabını bilmiyorum işte.
Onun için biri alıp bu toplumu bir kanepeye yatırıp, derdini dinlesin istiyorum.
Çocukluğu mu kötü geçti bu toplumun, sevgisiz mi kaldı, nedir?
ahmetaltan111@gmail.com