Merhaba Kıymetli Habername Okurları… İnşallah bugünden itibaren çeşitli değerlendirme yazılarımızla aranızda olacağım. Umarım sizinle kalbi bir yakınlık kurmayı başarabilirim. Yazılarımızda hayatı ilgilendiren yönüyle akademik bakışı esas alacağız. Doğrusu kendimi bu konuda sorumlu hissediyorum. Amacım bilimsel bilgiyi akademik bir bakışla okuyucu ile buluşturmak… Zira emek emek hazırlanan akademik çalışmalar son derece sınırlı bir kesimle buluşabilmektedir.
Doğrusu politik konulara girmeyi pek düşünmüyorum. Politika da hayatın içerisinde elbette… Ancak Türkiye’deki politik kutuplaşmada bir tarafta bulunmanız bugünkü haliyle tesbitlerinizi değersizleştiriyor. Ancak politika ile siyaseti de ayırmak gerektiği kanaatindeyim. Aradaki fark nedir derseniz; politikayı parti angajmanı; siyaseti de ümmetin-insanlığın sorunları ile ilgilenmek olarak görüyorum. Böylece politikanın sığlığından kurtulmak ve hakikati ifade etmek mümkün hale gelebilmektedir.
Bu yaklaşımımda akademisyen olmam yanında yaşam felsefem ve şimdiye kadarki gözlem ve tecrübelerim etkili olmuştur. Zira mezun olduğum bölüm (siyaset bilimi ve kamu yönetimi), çalıştığım fakülte (İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) ve halen çalıştığım bölüm ve ana bilim dalı (maliye-mali hukuk) beni ekonomik ve hukuki konularda; kişisel ilgi ve çalışma alanım olması hasebiyle İslam ekonomisi, uluslararası ilişkiler (özellikle Avrupa Birliği) ve dış politika, siyaset bilimi, hukuk, tarih ve siyasi tarih gibi alanlarda şahsıma inter disipliner bir değerlendirme imkânı verdiğini düşünüyorum.
Politik taraftan bakmıyor olmamız "tarafsız" olduğumuz anlamına da gelmiyor tabii... Ahmet Cevdet Paşanın başkanlığında bir komisyon tarafından Osmanlı'nın son dönemlerinde (1868-1878) kodifike edilen ve fevkalade mükemmel bir hukuk metni olan Mecelledeki meşhur hükmü bilirsiniz: "bitaraf olan bertaraf olur". Sorun taraflı olmamız değil önyargılarımızdır (Not: önyargı ile ön kabul ayırımına dikkat etmek gerekir. mesela faizin haram olması önyargı değil, ön kabuldür).
Sosyal ve bireysel hayatımızdaki belirleyicilerden birisi de şüphesiz yüce dinimiz İslam’dır. İmam Ebu Hanife fıkhı "kişinin amel bakımından leh ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir" şeklinde tanımlar. Bu son derece ezber bozan bir tanımdır. Ezberlerimizin de gerçekten bozulmaya ihtiyacı var... Son yıllarda bu konuda önemli sayılabilecek mesafe alındıysa da, daha bozulacak pek çok "ezberimiz" olduğu kanaatindeyim. Zira tek taraflı öğreti, ki Türkiye'de bu tevhidi tedrisata dayanır, insanlarımızı ezberci yapmıştır. Tevhidi tedrisatla daraltılan alan nedeniyle resmi düşünce dışındaki her türlü bilgi, geçmişte kamusal otorite tarafından şüpheyle karşılanmıştır. İnsanımız bu felsefe ile sadece belli kalıplar içerisinde ve çoğu zaman demode bilgilerle düşünme özürlü hale getirilmiştir. Bu durum var olan potansiyelimizin, ancak alınan onca risklere rağmen ve sınırlı bir şekilde kullanılmasını mümkün kıldı.
İlkokuldan üniversiteye yaptırılan ezberler "analitik düşünce" diye bir şey bırakmadı. Sistem insanımızı, öğrendiği bilginin ne işe yaradığını, hayatını nasıl kolaylaştıracağını, refahını nasıl artıracağını sorgulasını hiçbir zaman istemedi. Öğrenilen bilginin ne işe yaradığını test etmek bir tarafa, var olan iki bilgi arasındaki ilişkiyi neredeyse hiç bir zaman çözemedi. Dolayısıyla da kendisini bile çözemedi. Said Halim Paşa’nın isabetli tesbitiyle; ‘her milletin kendine has fikirleri ve hisleri olmasaydı, sosyoloji ve zooloji arasında fark kalmazdı.’ İşte modern öğretide insan bu yüzden insansan çok insansı... Bu nedenlerle "ezber bozmanın" misyonumuz olması gerektiğini düşünüyorum. Yani bize "ezberletilen" ve tartışılması yasaklanan bilgilerin "gerçek mahiyetini" sizinle paylaşma yönünde çaba içerisinde olacağız.
Günümüz insanının yukarıda değindiğim nedenle bağlantılı olarak İslami konuları sadece bir takım şekli ibadetlerden ibaret olarak kabul etmesi, yaptığı işlerin kimisini dünyaya dair, kimisini de ahirete dair olarak sınıflaması fevkalade yanlış bir inançtır. Zira İslam dininde inancın çerçevesini belirleyen itikat yanında, amelin çerçevesini belirleyen ibadet ve dinin toplum ve devletle ilişkisini belirleyen "muamelat" kısmı vardır. Özellikle de göz ardı edilen üçüncüsüdür. Doğal olarak bu alanla ilintili paylaşımlarımız ağırlıklı olacak. Değerlendirmelerimizin sınırlarını entelektüel çevrelerde sürekli dillendirilen ve tartışılmaz-alternatifsiz gösterilen; demokrasi, hukuk devleti, insan hakları, piyasa ekonomisi, Avrupa Birliği gibi modern ama pek çok savunucusunun da gerçek anlamda ne olduğunu bilmediği kavramlar çizmeyecek. Bunların her birini ilerleyen değerlendirmelerimde irdeleyerek sizlerle görüşlerimi paylaşmaya gayret sarf edeceğim. Şimdilik kalın sağlıcakla...