Baskıyı kim yapıyor?

xxx52

Türkiye'de, sosyal bir ünite olarak -bizim geleneğimizde bulunan- mahalle diye bir şey kalmamış ilken mahalleden söz ettiler.

Mahallede değil, çeşitli mahallerde, farklı kesimlerin kimi zaman birinin kimi zaman diğerinin karşı tarafa baskısını (veya onların normal davranışlarının karşı taraftan baskı şeklinde algılanmasını) mahalle baskısı diye adlandırdılar.

Bu da yetmedi mahalle baskısının yalnızca Sünni Müslümanlar tarafından, farklı olanlara yönelik olduğuna insanları ve özellikle de etkili çevreleri inandırabilmek için amaca göre kurgulanmış araştırmalar yaptılar, yaptırdılar ve bunları kamu önünde tartışmaya açtılar.

İddiaları şu:

Türkiye'de, AK Parti iktidarından sonra Sünni Müslümanların, ötekileştirdikleri laiklere karşı baskıları arttı, baskı rahatsızlık ve endişe verecek boyutlara geldi. Tabii bu tespitin tabii sonucu da tedbir beklentisidir.

Tedbir ne olabilir?

1. Bu iktidardan, demokratik olmasa bile bir şekilde kurtulmak.

2. Toplumun dindarlaşma kanallarını tıkamak.

Dindarlaşma kanalları deyince akla gelenler nelerdir?

Okullar, kurslar, İslami medya, İslami sermaye, kamuya açık dini faaliyetler (Kutlu Doğum ihtifalleri, cuma ve bayram namazları, İslami selamlaşma başta olmak üzere dilin İslamileşmesi…), siyasilerin, yöneticilerin, sanatçıların. öğretim ve eğitim mensuplarının dindarca davranışları…

Peki bu tespit doğru mu ve doğru olsa bile (bir baskı varsa veya böyle bir algılama mevcut ise) bunu engellemek için büyük bir kitlenin din özgürlüğüne, hukuka ve insan haklarına aykırı sınırlar getirmek caiz mi, buna hakları var mı?

İktidarın genel olarak dindarlara pozitif ayrımcılık yaptıkları bir iddiadan ibaret.

İktidara gelmiş bir partinin, oy tabanına -tayin, ihale vb.- bazı imkanlar tanıması yeni değil, bunu hepsi yaptı ve yapar; yeter ki hukukun dışına çıkılmış olmasın!

Muhafazakâr dindar bir kimse cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili, genel müdür, müsteşar… olmadan önce de namaz kılıyor, içki içmiyor, eşi başını örtüyor idiyse daha sonra da bunlara devam etmesinin siyasetle, istismarla, kasıtlı davranışla bir alakası olamaz. Eşi açık, içki içen, fırsat düştükçe dindarlaşmanın aleyhinde konuşan ve tavır alan siyasilere dindarlar nasıl tahammül ediyorlarsa, bunu baskı sayarak meydanlara çıkmıyorlarsa dindar olmayanların da dindar yöneticilere tahammül etmeleri gerekir. Aksi takdirde dindarlara siyaset ve iktidarın kapılarını kapamak gerekir ki, bunu sözde demokratlar bile istemezler.

Sözün özü:

Türkiye'de 1950 yılından bu yana, dindarlaşmaya karşı devlet baskısı biraz hafiflediği için dini hayat canlanmış, toplumda din ve dindarlar görünür hale gelmişlerdir. Hürriyet ve demokrasi devam ettiği sürece de bu tabii gelişme devam edecektir. Dindarlar, kendilerine "laikler" adını veren kesime tahammül ediyorlar, laikler de onlara tahammül edecekler.

Cumhuriyet tarihi boyunca devlet, laiklik ve modernleşme adına (lehine) dindarlara ve dindarlaşmaya karşı baskı uyguladı, uyguluyor. Eğer konuşulacaksa asıl bu baskı konuşulmalıdır.

Sivil toplumda gruplar arasındaki baskıyı konuşacaksan bu takdirde de her kesim için baskıdan söz etmeli ve bunun sebep, sonuç ve çareleri üzerinde durmalıdır.