Başkan’ın işi ne?

Recep KOÇAK

Geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Nur Vergin Hoca Hakk’a yürüdü. Evinin kapısı çilingir marifetiyle açılmıştı. Cenaze namazı sınırlı sayıda bir cemaatle kılındı. Ama ne gam! Cenaze namazında İstanbul İl Müftüsü Prof. Dr. Mehmet Emin Maşalı hazır bulundu. Cenaze namazına katılan az sayıdaki seçkin cemaat arasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da vardı. Bu, her kula nasip olmayacak bir mazhariyetti.

Nur Hoca’nın vefatı sonrası Dursun Gürlek Bey köşesinde şunları yazdı;

“Ses getiren konuşmalarıyla, kalıcı icraatlarıyla, cesaretiyle halkımızın büyük ilgisine mazhar olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, eski cumhurbaşkanlarından hemen hiç birinin yapmadığı işlere imza atıyor. Mesela bunca yoğun programının arasında yüce Türk milletinin yetiştirdiği ilim adamlarının, gerçek sanatçıların ve benzeri şahsiyetlerin cenaze merasimlerine katılıyor. Onların tabutlarını taşıyor, namazları kılındıktan sonra musalla başında konuşmalar yapıyor. Böylece gönüllerde taht kurmayı sürdürüyor.

En son Prof. Dr. Nur Vergin’in Merkez Efendi Camii’nde kılınan cenaze namazına da katıldı ve merhumenin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde kendisine fahri danışmanlık hizmeti verdiğini dile getirdikten sonra şunları söyledi: “Kendisinden bu noktada hizmetler aldım. Hocamızın bir özelliği vardı. Siyasetle sosyolojiyi gerçekten çok iyi örtüştüren bir insandı. Şu ifadesini hiç unutamıyorum: ‘Herhalde benden daha iyi beyaz Türk kimse olmaz’ derdi, ama hiçbir zaman da beyaz Türklüğün savaşını vermezdi. ‘Laikim ama laikçi değilim’ derdi. Bunlar tabii, büyük önem arz eden ifadelerdi.

Çünkü toplumun âdeta bunlar, kesiştiği noktalardı ve bu noktalarda Nur Vergin Hocamız hakikaten kelimeleri, cümleleri yerli yerine oturtan bir hocamızdı. Ben kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum ve Rabbim taksiratını hasenata tebdil etsin diyorum. İnşallah mekânı cennet olsun diyorum. Tabii Nur Hocamızın iyi komşuları var. Bir tarafta Merkez Efendi, bir diğer tarafta Mehmet Şevket Eygi ağabeyimiz. Dünyada iyi komşu aranması çok çok önemli ama âhirette de iyi komşular büyük önem arz ediyor.”

Cumhurbaşkanımız güzel söylüyor. Ben de diyorum ki, Merkez Efendi haziresi ve kabristanı sinesinde barındırdığı “büyük insanlar” itibariyle tam bir cennet bahçesini andırıyor. Başta Sünbül Efendi’nin halifesi olmak üzere, Ahmed Avni Konuk, İsmail Saib Sencer, İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Mükrimin Halil Yınanç, Mehmed Ârif Efendi, Tanburi Cemil, Ekrem Hakkı Ayverdi, Kenan Rıfai, Sâmiha Ayverdi gibi pırlanta isimler bu tarihi mezarlığı gülistana çeviriyor. Bilmem ki böyle güzel bir mekân bize de nasip olur mu?

Efendim ben, Nur Hoca’nın vefat ettiğini Cemil Meriç üstadımızın başının tacı Ümid Meriç Hanım’ın telefonuma gönderdiği mesajla öğrendim. Gazetelerdeki haberlerde 80 yaşındaki Nur Hanım’ın yalnız yaşadığı, kimsesinin olmadığı, Etiler’deki evinin kapısının çilingirle açıldığı ve cesediyle karşılaşıldığı belirtiliyordu. Hâlbuki bir kardeşi varmış. Emine Yasemin Conker isimli bu kardeşinin, Ahmet Hakan’a gönderdiği açıklama yazısından Nur Hanım’ın 17 Ocak Pazar gecesini 18 Ocak (2021) Pazartesi sabahına bağlayan gece uykusunda Hakk’ın rahmetine kavuştuğunu öğreniyoruz. Bu vesileyle kendisine bir kere daha Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.” (Yeni Şafak Gazetesi, 24 Ocak 2021)

Nur Vergin merhumun vefatı sırasındaki yalnızlığı, cenaze namazının sınırlı bir katılımla kılınmış olması bana aşağıdaki meşhur hikâyeyi hatırlattı.

“Padişahın işi ne” başlıklı hikâyemizi hatırlayalım;

Sultan Murat Han o gün bir hoştur. Telaşlı görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Vezir-i a’zam Siyavuş paşa sorar:

- Hayrola sultanım canınızı sıkan bir şey mi var?

- Akşam garip bir rüya gördüm.

- Hayırdır inşallah.

- Hayır mı şer mi öğreneceğiz. Hazırlan dışarı çıkıyoruz.

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Hızlı ve kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrekten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Ahali ile aralarında şöyle konuşma geçer:

- Kimdir bu?

- Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın biri işte!

- Nereden biliyorsunuz?

- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.

Bir başkası tafsilata girer. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalının hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerede namlı, mimli kadın varsa takar peşine.

Hele yaşlının biri çok öfkelidir; isterseniz komşulara sorun, der, sorun bakalım onu cemaatte bir gören olmuş mu?

Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah sorar:

- Nereye?

- Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.

- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebaamızdır. Defini tamamlasak gerek.

- İyi ya, saraydan bir kaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.

- Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.

- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?

- Mollalığa devam. Naşı kaldırmalıyız en azından.

- Yapmayın sultanım, bunun yıkanması var. Tekfini, telkini...

- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.

- Şurada bir mahalle mescidi var ama...

- Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?

- Ne bileyim, Ayasofya‘dan Süleymaniye’den, en azından Fatih camiinden.

- Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camiini iyi dedin. Hadi yüklenelim.

Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez.

Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar musalla taşına koyarlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.

- Sultanım der, yanlış yapıyoruz galiba! Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı, yetimleri vardır.

- Doğru öyle ya, neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.

Padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın aralar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. Hakkını helal et evladım der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöküp ellerini şakaklarına dayar. Biliyor musun oğlum diye dertli dertli söylenir! Bizim efendi bir âlemdi vesselam. Akşamlara kadar nalın yapar. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya.

Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı diye sorar, onlar da aldın derlerdi. Öyleyse şimdi dinleseniz gerek dedikten sonra çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı ilmihal, Huccetül İslam okurdum ..

- Bak sen! Millet ne sanıyor hâlbuki.

- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi, tekbir alırken Kâbe’yi görmeli.

- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?

- İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya. Hatta bir gün, bak efendi dedim, sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.

- Doğru öyle ya!

- Kimseye zahmetim olmasın, diye mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?

- Peki o ne dedi?

- Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun dedi. Hem padişahın işi ne?

Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalb ile boyun büker ümmet-i Muhammede, halifeyi müslimine dua ederler. Samimi niyazları ile zırh olurlar sultana. Bir seher vakti gözyaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar. Kralları yıkar, kaleleri paralar.

İşte nalıncı baba o adsız şânsız Allah dostlarından biridir. Asıl adı Muhammed Mimi Efendidir. Bergamalıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve mübareği evinin bahçesine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanı’nda, Cibali tütün fabrikasının arkasında, Harabzade Camii karşısındadır.

Nur Hanım belki de cenazesinde çoğu eski dostları bulunmasa bile Cumhurbaşkanı’nın bulunacağını hissediyordu. O da içinden, “Nice dost bildiklerim cenazeme gelmese de olur. Onlar olmasa da Başkan’ın işi ne?” diyordu.

Allah taksiratını affetsin. Rahmetiyle muamele eylesin.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.