Gençliğimiz, İstanbul’un yoğun kalabalığı içinde Fatih’te geçti. O, nereye aktığı belli olmayan kalabalıkların arasından seçip, muhabbet deryasına doğru şırıl şırıl akan suyun bir damlası olmamı sağlayan Rab’bimize hamd-ü senalar olsun. O, muhabbet deryasına o kadar çok yönden pırıl pırıl sular akmakta ki, Ravza sitemiz de inşallah bu rahmet pınarlarından biridir.
Adı İstanbul fakat, bir köy var uzaklarda. Sessiz, sakin, garip gibi gözükse de, kendi içinde cıvıl cıvıl, O güzel ashabın Medine’si gibi.
Adı da oradan geliyor ya, ashabın ve âlemlerin efendisinin Ravza’sından. Bizler de onlar gibi olalım, hiç olmazsa onları hep hatırımızda tutalım, ahlâkımızı Rasulullh’a (s.a.v.) benzetelim diye adını Ravza koydular. Adını Ravza koyanlar, yaşarken Rasulullah’ı (s.a.v.) hep önlerinde bildiler. O’na olan muhabbetlerini her söz ve fiillerinde göstererek O’na kavuştular. Rab’bim bizlere de o muhabbeti nasip eylesin inşallah.
Hanımların her günü değerlendirdiği, beylerin de bir araya gelerek dua ve yakarışlarda bulunduğu o mutlu geceler..
Bizlere bu güzellikleri sunan Allah’a hamd eder, vesile olan, başta rahmetli Esat Coşan hocamıza Rab’bimizden rahmet niyaz ederim.
Güzel komşularım bir tarafımda, diğer taraftaysa orman. Yani, sitenin en son evinde oturuyorum. Rüzgârın çam ağaçlarını sallamasıyla, kuşların cıvıltısıyla çıkan o eşsiz seslerin güzelliğinde..
Evet, Rab’bimiz bizleri her yerde görüyor fakat, insanların her yerde ve her halimizi görmelerini istemeyiz değil mi? İşte, sadece Rab’bimizin gördüğü, o sebeple de olanca rahatlık ve huzur içinde kendimizi salıverdiğimiz, yer yüzünün güzel mekânlarından birindeyiz. Ruhumuzu psikolojik olarak, bedenimizi sıhhat olarak rahatlatan, İstanbul gibi bir şehrin köşesindeyiz. Evimizin bahçesinde kendimize yetecek domates, salatalık, biber vs. yetiştirerek, boş vakitlerimizde hem belle, kürekle çalışma imkanı buluyor, hem de beden ve ruhumuzun huzuru için güllere, meyve ağaçlarına aşılar yapıyoruz. Bir erik fidanına eriğin çeşitlerini, kaysı, şeftali, nektari vs. aşılar yapmış, hepsini bir arada, aynı ağacın dallarında görmek gibi bir mutluluğu yakalamıştım. Evet, çocukluğumuzun büyük bir kısmının geçtiği Anadolu’da, çok güzel üzümlerin onlarca çeşidi yetişirken, burada rutubetin aşırı olması sebebiyle, yalnızca Karadeniz’in kokulu üzümünü yetiştirebiliyordum. Buna rağmen Kayseri’de kış soğuklarının aşırı oluşu ve fazla sürmesi, incir, Trabzon hurması, mandalina vs. gibi güzel meyvelerin yetişmesine mani oluyordu. Burada onları da yetiştirip meyvelerini yemek, komşularımıza ikramda bulunmak mutlulukların en güzeliydi.
Evet, yıllarımız öyle geçip gitmekteydi. Sadece sohbetlerimizde bir şeyler öğrenmiyor, komşularımızla da her ne zaman bir araya gelsek, görüşsek boş sözler, dedi kodular yerine, biri birimizden istifade edeceğimiz cümleler duyuyorduk.
Misal mi, aşağıda:
Bir defasında Ahmet kardeşim (başbakan) bir eleman tutmuş bahçesindeki çimleri biçtiriyordu. Biz de Ahmet kardeşimle bahçenin bir kenarında hal hatır soruyor sohbet ediyorduk. Çalışan eleman öğle arasında paydos etti. Ahmet beyin oğlu Mehmet de yanımızda bizi dinliyordu. Mehmet, çim makinesini boş görünce babasına; babacığım ben de çim makinesiyle çim biçebilir miyim diye izin istedi. Ahmet bey de; “haydi çim makinesini çalıştıralım ve sen de biçmeyi dene yavrum” dedi.
Ahmet bey çim makinesini çalıştırdı ve Mehmet’e teslim etti. Mehmet, çimleri biçmeye başladı bizde sohbete devam ediyorduk ki, garip sesler duyduk. Dönüp baktığımızda, meğer çim makinesi Mehmet’i dinlememiş ve kontrolden çıkarak çiçeklerin arasına dalmıştı. Çiçekler mahvolmuştu. Ahmet bey çiçeklerin telef oluşunu görünce Mehmet’e yüksek sesle bağırmaya başladı. Onun yükselen sesine yenge balkona gelmişti. “AHMET BEY, AHMET BEY” diye seslendi. “ÇİÇEK DEĞİL, ÇOCUK YETİŞTİRDİĞİMİZİ UNUTMA” dedi. Ahmet beye ve bana öyle ders vermişti ki, Ahmet beyin sesi soluğu kesildi. İkimizde o hadiseden alacağımız dersi almıştık. Çocuklarımızın çiçeklerimiz kadar basit olmadığını öğrenmiştik. Rab’bim hepimize anlayışlı, “insan nedir”i güzel kavramış, hayırlı komşular nasip eylesin inşallah.
Dt. Abdülkerim Karaağaç