SAYIN Başbakan...
Partinizin dünkü grup toplantısında “medya patronu” ile “köşe yazarı” ilişkisi konusunda daha önce söylediğiniz vahim sözleri düzeltmeye çalıştınız.
Ama yine olmadı.
Yine “gazetecilik standardı” ve “demokrasi ölçüsü” açısından kabul edilemez şeyler söylediniz.
* * *
Sayın Başbakan...
Gazeteci, medya patronunun bürokratı, bakanı, valisi, milletvekili, il başkanı, ilçe başkanı, delegesi, genel başkan yardımcısı falan değildir.
Bazı alanlarda “tak” diye emredilir, “şak” diye yapılır ya...
Gazetecilik denilen meslekte ilke tam tersi işler:
“Tak” diye emredilir, “şak” diye emre itaat edilmez. Daha doğrusu edilmemesi gerekir. Edilirse yapılan işe “gazetecilik” denmez.
Bu nedenle...
“En iyi medya patronu”, yazarına hâkim olan değil, olamayan medya patronudur.
Biraz düşünün lütfen:
Bütün medya patronları, yazarlarına hâkim olsa “bin çiçek” nasıl açacak?
* * *
Sayın Başbakan...
Bir başbakan, bir medya patronuna “Bak ülke güllük gülistanlık... Ama senin bazı yazarların ortalığı bulandırıyor...” derse...
Medya patronu da “Ben bazı yazarlarıma hâkim olamıyorum...” der...
Bunda şaşılacak bir şey yoktur.
Asıl şaşılacak şey, o medya patronunun, “Ülkeyi güllük gülistanlık göstermeyen o yazarlara derhal hâkim olacağım” demesidir.
Hadi bir adım daha gideyim:
Bir demokraside bir başbakan, bir medya patronuna “Bak ülke güllük gülistanlık... Ama senin bazı yazarların suyu bulandırıyor” diyemez.
İki nedenden dolayı diyemez:
- BİR: Demokrasilerde suyu bulandıran yazarlara karşı hükümetlerin tahammüllü olması esastır.
- İKİ: Başbakan’ın medya patronuna yazar şikâyeti yapması, “Bunları atmazsan külahları değişiriz” iması taşır.
Bilmem anlatabildim mi?
Ben de ‘çocuklar’ dedim
GEÇEN akşam “Fişmekan” adlı balıkçıda tiyatro sanatçısı dostum Nilgün Belgün’le bir yemek yedik.
Dedikodu da yaptık, siyaset de konuştuk.
Ben ona “türban”ı anlattım, o da bana eski İstanbul’u ve eski Büyükada’yı...
Sonra dışarı çıktık.
Bir de baktık ki karşımızda kameralar ve fotoğraf makineleri...
Kendimi birdenbire havaya girmiş bir şekilde “İyi akşamlar çocuklar” derken yakalamayayım mı?
Bir zamanlar magazin emekçilerine, hafiften çapkınca ve havalı bir şekilde, “İyi akşamlar çocuklar, bu akşam demeç yok...” diyen Reha Muhtar’la kafa bulmuş
bir adam olarak itiraf edeyim ki utandım.
Bir muhtıra nasıl kesekâğıdı haline gelir
PRENSİBİ AK Parti Milletvekili Ömer Çelik, müthiş bir berraklık ve çarpıcılıkla açıkladı.
Bayıldım vallaha...
Buna göre “prensip” şudur:
Asker muhtırayı verir... Ama bunun gerçekten “muhtıra” olması, muhatabının davranışına bağlıdır.
Eğer sivil iktidar, şapkayı alıp kaçarsa muhtıra, gerçekten muhtıra olur.
Eğer sivil iktidar, dik durursa muhtıra kesekâğıdı haline gelir.
Ömer Çelik’in bu saptamasını bir “siyaset kuralı” gibi görüp, “Siyasette muhtıraların kesekâğıdına dönüşme prensibi” olarak kayıtlara geçiriyorum.
Oktay Ekşi’nin tarifesi
HÜRRİYET Başyazarı Oktay Ekşi, “Basın Konseyi Başkanı” sıfatıyla Basın Konseyi’ne üye olmayan televizyon kanallarına bir mektup göndermiş.
Oktay Ekşi mektubunda, kendisini programlarına çıkarmak isteyen televizyon kanallarından ödeme talep etmiş.
Gelecek paralar için adresi de belirlemiş: Basın Konseyi Vakfı.
* * *
“Şehir eşkıya”lığına soyunan Vakit adlı gazete, istenen paranın “Basın Konseyi Vakfı”na yatırılacağını falan hafiften gizleyerek...
“Oktay Ekşi tarifesini yayınladı” ya da “Assolist misin sen?” türünden kalleşçe yayınlar yapmış.
Birazcık utanmaları olsa...
Türkiye’de “Çıktığı televizyon kanalından para talep etme” işini Vakit’in Başyazarı Abdurrahman Dilipak’ın başlattığını anımsatacağım ama utanmaları yok ki...
İsimli aforizmalar
- 38 yaşındaki Meltem Cumbul’un, “Meltem 40 yaşında” cümlesine şiddetle itiraz etmesi, özgüven kaybının başlamasına delalet eder.
- “Uyuşturucudan gözaltına alınmış Tarkan” ile “uyuşturucudan gözaltına alınmamış Tarkan” arasında bu denli popülarite farkı oluşması tehlikeli sonuçlara yol açabilir.
- Magazin dünyasının dinsel tutum eğrisi: Cezaevinden çıkınca Eyüpsultan, boşanınca umre, aşksız kalınca Yahya Efendi Dergâhı, işler bozulunca Yuşa Tepesi...