Başbakan Tayyip Erdoğan geçen hafta sonu ülkemizin en büyük medya patronu Aydın Doğan'a, Sana bir hafta süre, ya sen açıklarsın, ya da hafta sonu ben meydan okumasında bulunmuştu. Beklediği, Aydın Doğan'ın, doğrudan veya aracılar yoluyla, kendisinden ne talep ettiğini açıklamasıydı.
Doğan Medya Grubu (DMG) bir haftadır söz konusu talebin ne olduğunu düşündürecek haberlerle çıkıyor okur karşısına; ancak Başbakan Erdoğan'ın açıklanmasını beklediği talebimiz bu denmediği için, Ya şundadır, ya bunda yönteminden başka bir rehber yok elimizde. Başbakan beklentisinin ne olduğunu bugün açıkladığında, herkes o zaman meraktan kurtulacak.
İyi de bu olup-bitende merak edilecek fazla bir şey var mı? Ne istemiş olursa olsun, Aydın Doğan, bir işadamı olarak buna kendisinde hak görüyor. Sahibi olduğu Hilton Oteli'nin etrafını bodur gökdelenlerle çevirmek mi? Büyük ortağı olduğu Petrol Ofisi'nin bir de rafineri inşa etmesi mi? Yasal hakkımsa ver, değilse verme dediğinde suların durulmasını bekliyor Aydın Bey.
Bu durumda İsteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü dışında ne denir?
Durum aslında bu kadar basit iken olayı bir büyük tartışma konusu yapan bundan ötesi: Aydın Doğan sahibi olduğu medya grubunu kendisinin başka ticari faaliyetleri için bir 'baskı aracı' olarak kullanıyor mu? İstediğini elde ettiği hükümete destek çıkıp önüne engel koyduğunda saldırı hedefi yapıyor mu? Patronun işine gelmeyen hükümetleri düşürmeye kalkışıyor mu gazeteleri ve televizyon kanalları?
Başbakan Erdoğan'ın yapacağı konuşmada, Benden şunu istedi diye işadamı Aydın Doğan'ın kendisine ulaşan herhangi bir talebini dillendirmesinin, medya grubunun bu amaçla kullanıldığına dair güçlü kanıtlarla desteklenmediği taktirde, çok fazla bir kıymet-i harbiyesi yok.
Patronların ticari çıkarları için medyanın kullanılması ise, evet patron için de ayıplanacak bir durum olmakla birlikte, esas kendilerini kullandıran 'gazeteci' sıfatlı kişilerin günahıdır. Başında bulundukları gazete ve televizyon kanallarını, ya da sütunlarını ve programlarını, patronlarının ticari menfaatlerinin kalkanına dönüştürmeye, her şey denilebilir de 'gazetecilik' denilemez.
Digitürk adlı dijital platformun süper ligi yayınlama hakkının kendi kurduğu dijital platforma geçmesini her patron isteyebilir. İhale süresi bitmeden imtiyazı ele geçirmek için elindeki gazeteleri rakibinin aleyhine kullanmamak şartıyla... Ya da, 'İddaa' adlı şans oyununun kullanım hakkını ihaleyle almak istemesinde hiçbir mahzur yoktur medya patronunun; tabii, süreci kendi lehine çevirmek amacıyla gazete ve televizyonlarında manipülatif yayınlar yaptırmamak şartıyla...
Benzer hassasiyetler herhangi bir medya grubunun patronuyla hükümet arasında da -ve daha fazla olarak- söz konusudur. Devlet imkânlarından tek taraflı yararlanmak veya rakipleri ile arasındaki dengeleri kendi lehine değiştirmek üzere, gazete ve televizyonlarını, kendisine ram olan hükümetin lehine karşı çıkanın aleyhine kullandığı taktirde medya patronu, medya patronu olmayı hak etmez hale gelmiş olur.
'Basın özgürlüğü' önündeki en büyük engel de, aslında, kendi çıkarlarını çalışanlarının itibarlarından üstün gören medya patronlarının tahakkümü altına düşmüş gazetecilerin durumudur.
Elbette patron olmaya, çalışanlarına istihdam sağlamaya ve kendisi için de para kazanmaya devam edebilir herhangi bir işadamı, böylesine hiç yüksünmeden Helâl olsun da deriz... 'Medya patronu' ise 'medya patronu' olmanın sorumluluğunu taşımalı, yöneticileri tarafından zorlansa bile, gazete ve televizyonlarını kendi çıkarı için kullanıp kullandırtmamalıdır.
Umarım, Başbakan Erdoğan'ın başlattığı tartışma bu gerçeğin herkes tarafından kabulüne yarar.